Değerli “Yüksek Topuklar” okuyucuları, sizlerle yepyeni bir kitabın haberini paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz: her birimizin hayatında önemli yer tutan babamızın bize neler ifade edebileceğini, hayatımızı nasıl etkileyebileceğini Selcan Aydın’ın “Falanca hikayelerden 25” kitabında görüyoruz.
Selcan’ın hikayesi anımsayabildiği yaşlarından başlıyor. Çocukluğu. Daha sonra travma haline gelebilecek olaylar örgüsünden bihaber büyüme çabası. Edirne. Ablası, abisi ve elbette babası. En çok da babası.
Anne ve babasının bir kez bile sesinin yükselmediği bir çocukluk, ona huzur getirmiyor ne yazık. Babasının çok zenginken bir anda iflas etmesiyle başlayan süreç, annesini defalarca aldattıktan sonra gidip bir başkasıyla evlenmesiyle son buluyor.
Sonun başlangıcını yaşadığı süreçte Selcan, babasının yokluğunu sevdiği adamların tamamlamasını bekliyor. Aradığını bulamıyor, bazen bulduğuna inanıyor bazen aramaktan vazgeçiyor.
Hikayede ilk kahraman ‘ilk aşkı’ oluyor. Onunla birlikte büyüme çabası içindeyken 3.5 yıl süren bir ilişki yaşıyor. Annesi gibi ilk sevdiği adamla evleneceğini düşünürken bir anda aslında birbirlerine hiç uygun olmadıklarını fark ediyor. Sevdiği için katlanmaya çalışıyor fakat en son duyduğu bir cümle itibariyle ilişkisini bitirmek zorunda kalıyor. Babasından aldığı ve en sevmediği huylarından biri olan“gurur”yüzünden. Sancılı bir süreçten sonra toparlanmaya çalışıyor.
Sevdiği işi bulma ve kendini keşfetme sürecindeyken “kara sevdası”yla tanışıyor. Daha önce farklı oldukları için bitirdiği ilişkisine rağmen bu sefer bambaşka olan bi adamı çok fazla seviyor. Adamın evlilik düşüncesine gülümseyen Selcan bir anda kendini parmağında yüzükle buluyor. Zeytin gözlerine bakınca dünyayı unuttuğu günler çok uzun sürmüyor. Gerçek anlamda “şiddetli” bir geçimsizliğe boyun eğmeye çalışıyor. Kıskançlık. Aşağılama. Küçük düşürme. Annesinin kaderini yaşamamak için kaderine razı oluyor ama ne yazık ki çoğu kadın gibi annesinin kaderini yaşıyor. Aldatılınca elle tutulacak hiçbir şey kalmadığından, ailesinin bile eşinden yana olmasına rağmen tek başına boşanmaya karar veriyor. Seve seve ayrılmak zorunda kalmanın en sek halini yaşıyor.
Uzunca bir süre kendine gelemiyor. Dağıtıyor. Aşka, insanlara karşı güveni kalmıyor. O süreçte bolca düşünme vakti oluyor. Gerçek sevgiyi sorguluyor.
Aylardır aklında biri yokken hayatında ilk kez bir adamın yakışıklılığından çok etkileniyor. Şimdiye kadar yanına yakışmayan adamlarla birlikte olunca ve adam da onunla ilgilenince heyecanlanıyor. İş arkadaşı olması itibariyle bu durumdan uzak durmaya çalışsa da o adam “şarap” tadında bir ilişkinin ağlarını örüyor. Sonunda teslim olan Selcan bu sefer de aşırı rahat olduğu için ondan rahatsız oluyor. Ondan toparlayacak adımı göremeyince de ayrılıyor.
Bu süreçte gerçekten ne istediğini sorgularken aslında daha önce tanıştığı birinin ne kadar doğru olabileceğini düşünüyor. Normalde etrafındakilerden kendisini tanıma çabası yerine fiziksel çekiciliği yüzünden ilgi gören Selcan, ilk kez birinin gerçekten onun ruhunu tanımak istediğini hissediyor. Bunu ilişki içinde ne yazık ki pek anlamıyor. Bu büyük sevgi koluna kocaman korkuları takarak geliyor çünkü.
Travmalarını yansıttığı için o ilişkisi de bitiyor. Kitabın sonunda Selcan soruyor: Baba eksikliğini bu adamlarda aramasam, hangisi gerçekten doğru insan olurdu?