İnsan bir nehirde akıyor, ama o nehir insanın içinden akıyor gibi. İnsan hem nehri oluşturup, hem içinde nasıl akabiliyor? Çoğalarak mı? Belki birikimler var da bentlerin arkasında kalmış, birden kopuveriyorlar. Çağlamaya başlıyorlar.Bazen de duruveriyor her şey. Duruyorsun olduğun yerde. Her yazı bir doyulmaz sohbet gibi sanki. Bu sohbet kendimle mi, yoksa okuması muhtemel olan kişi ile mi? Galiba her ikisi de. Kendimle aslında ama kulak misafiri olan da okuyucu sanki. Sakin ama aynı zamanda kalabalık bir yer. Huzur var ama coşku da orada.
Bazen de bir yere sığınmak gibi oluyor yazmak. Anne kucağındaki huzur gibi. Annenizin sıcacık göğsüne başınızı dayamak gibi bir duygu. Her şeyden uzaklaştığınız ve mutlak güvende olduğunuz bir yer gibi. Evde sıcacık, elinizde kahveniz otururken, camdan dışarıdaki kar fırtınasını izlemek gibi.
Bazen de bir aşk gibi oluyor yazmak. Kalp çarpıntısı var fonda… Güm güm güm… Belirsizlik var. Sorular var. Sevgi de var, nefret de. İncecik çizgiler var, tüm karşıtlar arasında. Her şeyin zıttı ile bir arada olduğu bir yer sanki. O zaman tamamlanıyor her şey. Bütünleşebilmek için her yapılan. Adı konamayan boşlukları doldurup, tamamlanmış hissetmek için…
Bazen de uyku gibi yazmak. Kimi zaman karşı konulamadan içine düşülen, kimi zaman da niyetlenip bir türlü başarılamayan bir uyku. Yorgun olmanın bir sınırı var. Yorgun olunca dalıverir insan uykuya, ama o sınırın ötesinde iseniz; yani çok yorgunsanız zordur uyumak. Başka âlemlere yolculuk vardır uykuda. Hep beyninizde sizinle olan ama farkında olmadığınız, “başka” sandığınız âlemlere. Geceden gündüze güvenli bir yolculuk var uykuda. Gözlerin gün ışığına açılması var; dinlenmenin verdiği tazelik duygusu yanı sıra.
Ama aslında, hep “bir hoş seda bırakmak” içgüdüsü var yazmada. Çünkü sizden sonraki nesiller, sizi resimlerinizden tanıyabilir. Nasıl görünüyorsunuz bilebilir. Ama ya beyninizin içindekiler? Ya algılama biçiminiz hayatı? Ya kendinizi ifade edişiniz? Sizinle aynı zamanda yaşayanlar, hatta en yakınlarınız bile bunların farkında mı acaba?
Mevlana hazretleri, ne güzel özetlemiş aslında:
Okumayı öğrendim; kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Figen Bıyık – Yüksek Topuklar
figen@yuksektopuklar.net