Cihan’a bir kere daha bakabilmek, bir kere daha tadına varabilmek, bir kere daha “benim” diyebilmek için verdiğim sözlerden dönmeyi, söylenen sözlere itaat etmeyi, çağrılmadan gitmeyi öğreniyorum. İşte, yeniden istediğime sahip olabilmenin ihtimaliyle içime, yaşama arzusu doluyor! Çünkü ben, sahip olarak çoğalıyorum, ben istediğim sürece hayatımdakilerin yerli yerinde durmasını arzuluyorum. Ne istediğimi biliyorum, benden ne istendiğini biliyorum ama istenenleri verebilmek, benim tasarrufumda…


**


“Sen eşittir ben” dediğim Cihan’ım, ilk buluşmalarımızın, 1102 gece masallarımızın yaşandığı yerde beni bekleyeceğini söyledi. Kalbim, benden önce yola çıktı, Cihan’a ulaştı. Ruhum ve bedenimle geride kalıp, o kavuşma anına hazırlanmalıydım. Peki, nasıl olmalıydım? Akılda kaldığımı görmenin bir yolu var mıydı? Elbette vardı: yıllar önce alıp da Cihan’a sadece fotoğrafını gönderebildiğim ama yanında giyemediğim krem rengi bluzum bir hatırlatıcı olarak iş görebilirdi. Evet, eğer buncacık basit bir şeyi hatırlıyorsa, tamamen aklında kaldığımı görecektim.


**


Beni beklediği yere gittiğimde hızlı adımlarla yanına çıktım. Kapıyı bana açarken gülümsüyordu, içeriye davet ediyordu. Geri çevirmek mümkün mü? O çizgi gözlere bakmamak, o saçları sevmemek, o yağmur ellerle buluşmamak mümkün müydü? Peki, beni hatırlayacak mıydı? Üzerimdeki ceketi çıkarıp koltuğa oturup yüzümü ona döndüm; “bu o bluz değil mi? Hani fotoğrafını göndermiştin yıllar önce” dedi. Evet, beni hatırlıyordu! Zaten, arkadaşlarıma ondan bahsederken şöyle söylerdim: kadın gibi çalışan bir beyni var, hiçbir şeyi unutmuyor! Öyle değil mi ama kadın beyni daha çetrefillidir, daha detaycı çalışır.


**


Peki, ben Cihan’ı hatırlıyor muydum? Parfüm kullanmadan mis gibi, bebek gibi kokan tenini mesela? Sakin bir deniz gibi süzülen ipek tenini mesela? Hepsine evet diyelim, içimdeki boşluğu tamamen dolduran sahiplenme hissini? Bir erkeğe ait olmanın zayıflık sayılmadığı anları hatırlıyor muydum? Evet!


**


Nasıl oldu anlamadım, oradaydı, “gözlerini aç” dedim, ismini söyledim. Yan yana uzandık, “koluna sarılabilir miyim?” dedim, izin verdi. “Neden bilmiyorum, seni özlediğim anlarda içimden ismini söylüyorum” dedi, “ben de!” dedim.


Yanı başımda bir erkek: hem tanıdık hem yabancı… Hem çok özlenmiş, hem hep yanımdaymış gibi… Bitti artık derken yeniden başlayan bir aşk kalbimde, ruhumda… Yüzüne, güzelliğine bakarken gözlerim doluyor, mutluluktan ağlamanın ne demek olduğunu öğreniyorum. Yoktan var olduğumu hissediyorum aşkla, Cihan’la… Yağmur ellerini tutuyorum, çizgi gözlerine bakıyorum, “içime, yaşama arzusu doldu” diyorum, “benim de Feraye, benim de!” diyor, muzur muzur gülüyor.


Bu anların şarkısı “Ben Harper – The Will to Live” olsun.