Yatağımın başındaki lambayı yakıyorum, elime bir kitap alıyorum ve okudukça uykuya dalacağımı düşünüyorum ama çare olmuyor… Tik tak, tik tak, tik tak… Küt küt, küt küt, küt küt… Kalbimin sesi, saatin sesine üstün geliyor, heyecandan ölebilirim!

 

Günlük uykumu alamazsam solgun görüneceğimi düşünüp telaşa kapılıyorum: aylar sonra Adnan’ın karşısına böyle çıkmamalıyım diyorum ve geçmiş zamanların dostu şurubu, almak için mutfağa gidiyorum. Bir kapak, sonra bir kapak daha… Yeniden yatağa uzanıyorum ve sanırım oluyor: şurup etkisini gösterip beni rüyalar âlemine yolcu ediyor…

 

Penceremden vuran güneş ışığına uyanıyorum ve gözlerimi kocaman açıyorum: saat çok geç olmuş olabilir mi? Hayır, henüz sabahın sekizindeyim ve arayan yok… Yataktan çıkıyorum, Adnan’ın gelmesine biraz daha vakit var diyerek kahvaltı hazırlamaya karar veriyorum. Heyecanım tazeliğini koruyor, sanki mideme kramplar giriyor: canım hiçbir şey yemek istemiyor! Sütlü bir kahve içiyorum, enerjim tazelenir…

 

Pijamalarımı üzerimden çıkarıyorum, en sevdiğim çiçekli elbisemi giyiyorum, saçlarımı düzeltiyorum ve hafif bir makyaj yapıyorum. Evet, şimdi Adnan’ın karşısına çıkmak için hazırım ama neden telefonum çalmıyor ya da kimse kapının ziline basmıyor?

 

Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum… Koltukta oturuyorum, yatakta uzanıyorum, mutfağı toparlıyorum: zaman geçiyor ama Adnan gelmiyor… Dokuz, on, on bir, on iki… Saatler birbirini kovalıyor, beklediğim gelmiyor… Bir telefon açmanın zamanı geldi diye düşünüp Adnan’ı arıyorum: çalıyor, çalıyor, çalıyor… Cevap veren yok… Adnan’a bir şey mi oldu? Tekrar tekrar aramaya devam ediyorum, sonuç aynı: cevap veren yok…

 

Oturduğum yerde içim geçmiş, uyuyakalmışım da telefonunun sesine uyanıyorum: Adnan! Cevap vermeden önce kendi kendime konuşup sesimi kontrol ediyorum, evet yeni uyandığım belli olmuyor… “Adnan!” diyorum; “Feraye!” diyor “bugün geleceğimi söylemiştim ama son anda bir seminere katılmam gerektiğini öğrendim, hayır diyemedim ve burada kalmak zorundayım”… “Peki, sen nasıl istersen öyle olsun” diyorum. “Lütfen, sitemli konuşma; mümkün olsaydı gelirdim” diyor… Bir an sessizlik oluyor, “peki, kendine iyi bak” deyip telefonu kapatıyorum…

 

Öyle kalakalıyorum olduğum yerde… Adnan ve bitmek bilmeyen işlerini düşünüyorum, bir de kendimi… Yoğun iş temposu varsa; benim de var! Ben nasıl izin alabiliyorum? O’nun yanında olma hayali kurarak elimdeki işleri bir an önce bitirmek için çalışıyorum da neden aynı özveriyi O’nda göremiyorum? “Özledim!” dediğimde gelen sevgili, gerçekten en sevgili değil midir? Sevgiliye sarılma ihtimali varsa; geriye kalanlar önemini yitirmez mi?

 

Ah! Yollar bu kadar mı uzun? Gelebilmek bu kadar mı zor? Yoksa yol hiçbir yere gitmez de üzerinde yürünürse mi anlam kazanır? En kolay soru: Adnan, işlerini bahane ediyor olabilir mi? En basit cevap: evet! En zor kabulleniş: beni özlemediği için gelmiyor!

 

 

Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı

ferayedemir@gmail.com

Tüm Yazılarım için Tıklayın!