Kendine yakalanmaktan daha çıplak bir durum yok. En soyunuk, en yalın ve karmaşık ruhunuzla karşı karşıya bırakıyor beyin kendini. Cep telefonunu kapatmak gibi bir çözümü olmuyor.
Yaşamınızda kaç kere içiniz acımıştır ancak hiçbir şey kendinizde bilmediğiniz ya da gizlediğiniz yanlarla yüzleşmek kadar zor olmuyor. Aynaya bakmak gibi değil, bahçenin tam da ortasında duran kuyunun üstünü mermer bir kapakla örtmeye benziyor. İnkar gibi. Böyle olacak sanırım, her seferinde ilk defa olmuş gibi yanacak canın. Fırtına çıksa dinmeyecek yangınlar saracak ruhunu. Ama en güzeli, zaman geçtikçe “sen”leşeceksin, bitiş çizgisine yaklaşırken bulacaksın belki en sen olanı. Kaçıp korktukça üstüne gelecek tarihin. Bir sen, bir de sen adı konulmamış şiirlerin o buruk tadında yaşamaya alışacaksınız.
Zarafetin vahşetini keşfettiğim gün, vazgeçtim zarif olmaktan. Sonra bir yafta gibi takılı kaldı üstüme kabalık. İnsan olma kavgasına eklendi, kadın olmak, kadın kalmak savaşı. Güçlü kılmak için kaybettiğim naiflik bekaretinin, en kan kırmızı lekesinde tutsak kaldım. Ve Sezen Aksu’nun dediği gibi “bu kızı yeniden büyütmeliyim” dediğim anlar oldu. Şimdi bunca koşuşturmanın içinde, bir de kendine yakalanma derdi çıkardım başınıza biliyorum ama daha güzel bir hayat için hepsi.
Önce bilinçaltını temizleyeceksin, dualarına dikkat edeceksin. Yukarısı benim gönlümden geçeni bilir diye özentisiz cümleleri söylemeyeceksin, yoksa hikayemizdeki kadın gibi, hüsran olur bu aşkın sonu.
Duaların ayrıntılarına, gerçekten isteyip istemediğine, dileğin kabul olursa bunun hayatındaki artılarına takılıp önce düşüneceksin. Geçelim kıssadan hisse kısmına…
Genç kadın bir gece yarısı pencerenin yanına oturmuş. Dışarıda yağmur ve fırtına. Camdan süzülen yağmur tanelerini seyrederken, şöyle demiş: “Allah’ım lütfen bana, beni çok sevecek ve değer verecek bir adam gönder. Bana sahip çıksın ve en önemlisi beni çok ama çok sevsin” Dilek kapılarının ne zaman açık olacağı belli olmuyor tabi. Bir hafta kadar sonra bir adamla tanışmış. Adam, kadını canından bile daha çok sevmiş. Hep el üstünde tutmuş. O üzülmesin diye üstüne titremiş. Gel gör ki adam hafif kamburu olan ve böcek ilacı gibi kokan biriymiş. Yine bir gece vakti, genç kadın dua ederken, “Allah’ım bana gönderdiğin adam çok kötü kokuyor, bu kuluna bunu mu layık gördün, benim kaderim niye böyle, bir gün yüzü görmeyecek miyim? Ben kime ne yaptım da bana mutluluk vermiyorsun?”. İşte o sırada bir ses duyulmuş: “Sen bana nasıl kokmasını istediğini söylemedin ki!”
Candan Ünal
Yüksek Topuklar Aşk Editörü
candan.unal@yuksektopuklar.net
hemen bende dua etmeye başlıorum onun için:)