Biraz heyecanlı, biraz sürükleyici, biraz eğlenceli yaz dizileri teker teker görücüye çıkıyor; kimileri akılda kalırken kimileri bir bölüm sonra ekranlara veda ediyor. ‘Çilek kokusu’, ‘Küçük tatlı yalancılar’, ‘Güneşin kızları’ gibi pek çok yapımın tanıtımlarını görüyoruz ama bana kalırsa bu yazın en çok izlenen dizisi ‘Kiralık Aşk’ olacak.
Şimdiye kadar iki bölümünü izlediğim ‘Kiralık Aşk’ dizisinin reytinglerine bu yazıyı yazmaya karar vermeden önce baktım ve sonuçlara şaşırmadım: listelerde birinci sırada, hatta ekran klasiği ‘Survivor’ yarışmasını bile geride bırakmış. Kendime, sosyal medyadaki yansımalara bakıyorum ve kolaylıkla görüyorum: dizideki Ömer’i ve Defne’yi çok sevdik, pek çok yanıyla kendimizle özdeşleştirdik. Kadınlara hizmet eden ‘Yüksek Topuklar’ kadın portalının genel yayın yönetmeni olduğum için sosyolojik bir iş yapıyorum ve kim, nelerden hoşlanır ön görebiliyorum. Dizinin ana karakterleri ve kurgusu tam manasıyla kadınlar için çalışıldığına eminim. Barış Arduç’un canlandırdığı Ömer karakteri gibi yakışıklı, kendinden emin, moda hatta ayakkabı sektöründe çalışan, tatlı tatlı gülen, ilgisini biraz belli eden adamlara pek çoğumuz bayılırız, hayatımızın merkezine yerleşsin isteriz. Peki ya, Elçin Sangu’nun ‘Defne’ karakterine ne demeli? İçimizde bir yerlerde onun gibi ürkek, deneyimsiz ve kurtarılmayı bekleyen bir kız yok mu? ‘Kiralık aşk’ dizisinde biraz kendimizi, biraz yaşamak istediğimiz ilişkiyi bulduğumuz için pür dikkat izliyoruz, öyle değil mi?
‘Grinin elli tonu’ kasırgasıyla dominant erkek-itaatkar kadın paradoksu kadınların çok ilgisini çekti, bunu dürüstçe itiraf edelim mi? Sıradan bir adam gelip ‘Ben sevişmem, sadece yaparım!’ dediğinde pekala “sapık, def ol git” diye başımızdan atarken, söz konusu adamlar Christian veya Ömer ise ve onlar ‘I don’t make love, I fuck, hard!’ diyorsa, ‘ah! yapacaksan, sen yap’ kıvamına gelmiyor muyuz?
Şimdi biraz diziyi bırakıp kadınlığımızı, kendimizi izleyelim mi? Bizdeki bu itaat isteğinin köklerinin ataerkil toplumumuzdan geldiğinin farkında mıyız? Hizmet et, saygı göster, ilgini ver, kendini ver, istediği zaman seni alsın, istemediği zaman yok saysın… Peki, kendilik değerlerimiz? Peki, bizim hangi ihtiyaçlarımız var? Neden açıkça sevgisini gösteren, değerlerimize saygı duyan adamları değil de bildiğini okuyan, narsistik adamları tercih ediyor sonra da Whatsapp grubu açıp “Allah’ın belası adam üç gündür aramıyor!” diye dert yanıyoruz?
Gücü, başarıyı, mevkiiyi, itibarı erkeklerde arıyor, kendimizden bunu neden istemiyoruz? Gündüz kuşağında yayınlanan evlilik programlarında ‘evi olsun, sigortası olsun, arabası olsun, üstüme yapsın’ diyen kadınlara burun kıvırırken, biz şehirli kadınlar ne yapıyoruz? Üniversitede eğitim almış, farklı şehirler görmüş, kitaplar okumuş kadınlar olarak güce, paraya, sevgiye, ihtişama sahip olmak yerine bunu neden adamlardan istiyoruz? Kendimizi layık görmediğimiz için olabilir mi? Oysaki, her yaradılan gibi biz de özeliz hatta doğurganlık, dişiliğimiz, kıvrak zekamızla çok daha özeliz… Sevgiyi, ilgiyi önce kendimize vermeli, kendi ihtiyaçlarımızı istekle karşılamalıyız… Bu elbette üç beş cümleyle açıklanacak bir durum değil, farkındayım ama bin kilo metrelik yolların bile ilk adımla başladığını biliyorum ve sizi kadınlık, kendilik değerinizi sorgulamaya davet ediyorum!
Yüksek Topuklar / Genel yayın yönetmeni
Instagram’dan takip etmek için: https://instagram.com/arzukarabulut1