“Bakış açısının ve nereden baktığının hayattaki en önemli şey olduğunu düşünürüm burada.” dedi adam gülümseyerek kadına. Adamın şehriydi burası. Doğup büyüdüğü kendi şehrini, kendi insanlarını, bir kaç gündür ziyaretine gelen kadına tanıtmaya çalışıyordu. İnce ince ayrıntılar vererek anlatıyordu her bir köşesini şehrin. Bazen kadına özgür zamanlar bırakıyordu ve diyordu ki “ En büyük heyecanlardan birisidir yabancı bir şehri keşfetmek. Senin bu heyecanı yaşamanı istiyorum.”
Kadın kendi kendine keşfederken bu şehri her köşede bir sürpriz, her dakika bir heyecan yaşıyordu. Erkek ile buluştuklarında ise, bu anları uzun uzun anlatıyor ve paylaşıyordu. Erkek keyifle dinliyor, bilgiler veriyor ve kendi anıları ile kadının keşiflerini zenginleştiriyordu. Dolu dolu geçen günler, erken başlıyor, çok geç bitiyordu. Gün içinde uzun yürüyüşler çok yorucu olsa da, kadın hiç yorgun değildi. Hiç yorgun hissetmiyordu kendisini. Bir yeni şehir ancak yürüyerek keşfedilirdi çünkü. Yeni bir şehri keşfederken insan, sanki kendisini de keşfediyordu biraz.
Kadın, şimdi oturup şehri en yüksek noktasından seyrederken, keşfettiği yerleri tek tek gösteriyordu parmağıyla. Erkek ise, en sıkıntılı zamanlarında kendi kendine kalıp düşünmek için geldiği bu çok özel yerde, bu sefer bambaşka bir duygu durumundaydı. Mutlu ve heyecanlı bir şekilde kadını gülümseyerek dinliyordu. Hatta kadına “ Söyle bakalım şu yer nerede? Bana göster.” diyerek minik bir sınav yapıyordu. Farklı geçmişlere sahip, aslında birçok yönden yabancı olan bu iki insan, her geçen dakika biraz daha yakınlaşıyordu.
Bu koyu ve sıcak sohbetin içinde kadın, bir an yerde bir karınca gördü. Karınca, kendisinin belki de üç-dört katı olan minik bir dal parçasını taşımaya çalışıyordu. Yerinden bile oynatamadığı ve kendisi için “imkânsız” görünen bu yükü, bin bir çaba ile çekiştiriyor, sürekli etrafında dönüyor, durmak bilmeden uğraşıyordu inatla. Kadın dikkatle bu inanılmaz mücadeleyi izlerken, erkek de ona katıldı. “ Yardım edelim” dedi kadın. Erkek, “ Ne yapabiliriz bir bakalım?” diyerek hafifçe minik dal parçasını kaldırdı. Karınca panikle dönmeye devam etti. Erkek, karıncaya sadece yükünü taşımasına yardım etmeye çalışarak, karıncanın bir tarafa yönelmesini bekledi. Çünkü karıncanın bu yükü nereye götürmeye çalıştığını bilemiyorlardı. Karınca sersemledi ve sanki hala o korkunç ağır yükü ve “imkânsızla mücadelesi”ni sürdürüyor gibi telaşla koşturmaya devam etti. Erkek çaresizce kadına baktı ve “ Yardım istemeyene, yardım edilemiyor. Hatta hayatını zorlaştırdık bence.” diyerek, minik dal parçasını yere bıraktı. Karınca artık kendisiyle baş başaydı. Aynı zorlu çırpınışlarla kendi dünyasındaki bu mücadelesine, bilinmez daha ne kadar süre devam etti telaşla…
Kadın ve erkek yan yana oturmuş, şehri en yukarıdan seyretmeyi sürdürürken, şehrin insanları ve arabaları da aynı koşturan minik karıncalar gibi görünüyorlardı. Erkek gülümseyerek kadına baktı:” Biz de bazen kaldıramayacağımız yüklerin altına giriyoruz. Hayatımızı çok zorlaştırıyoruz. Bir şekilde bize yardıma gelmiş elleri de, ya telaştan farkına varmadığımız için ya da yardım almaktan çekindiğimiz için reddediyoruz. Aslında nasıl yardım alacağımızı bilmiyoruz. Çünkü korkuyoruz.” dedi. Kadın: “ Evet çok haklısın!” dedi. “Mücadelelerimiz çok önemli ama boşa çaba harcadığımızda da farkına varıp durmayı bilmeli.” Sonra ikisi de şehri izlemeye devam ettiler düşünceyle. Her ikisinin de akıllarından, teslim olmayı reddettikleri için, boşa kendilerini yordukları mücadeleleri ve bu mücadelelerin uğruna ıskaladıkları şeyler geçiyordu. “Bazen durmayı bilmeli” dedi erkek fısıltıyla.
Evet, bazen durarak daha çok yol alınıyordu. Kadın düşündü o an: “Hele yanında böyle biri varken durmuşsun ne gam?”
Figen Bıyık – Yüksek Topuklar
figen@yuksektopuklar.net
kimseye yaralarımızı göstermemek için çabaladıkça biri hiç olmadık anda o yaraya değdiğinde kıyameti koparabiliyoruz kendimizi iyileştirmek için kabullenmenin ve affetmenin ne demek olduğunu hayatı akışına bırakmayı ne yazıkki bilmiyoruz…
yazıda harika resimde yüregine saglık figencim…