Şu an hayatımdaki en güzel tesadüflerden birini hatırlıyorum. Uzun yolculuklar çok yorucu ama çoğu zaman çok keyiflidir. Hatta bazen öyle bir sürpriz olur ki… Son aktarmada yanımda oturan ve benden yasça çok büyük bir Meksikalı Hanımefendi de benim için böyle bir sürprizdi. Yalnız yolculuk ediyordu ve İstanbul’da arkadaşları ile buluşacaktı. Çivil çivildi, beni kızına benzetti ve konuşmaya başladık. Çat pat İspanyolcam ve onun çat pat İngilizcesi ile öyle derin şeyler konuştuk ki dört saat boyunca. Demek ki dedim; sadece dil değil iletişim için gereken. İnsanları bağlayan daha baksa ve daha derin bir şey var: Hisler. Anlattığı her şeyi çok iyi anlıyordum. O da beni. Jerseyden konuştuk. Önce İstanbul’ dan dan. Sonra Meksika’ dan dan. Sonra Los Angeles’tan. Sonra saatini kaybettiğini anlattı aktarmayı yakalamaya çalışırken. Uçak içindeki duta free’den ona bir saat beğendik. Harika bir kadındı, çok güzeldi. Kozmetiklerden konuştuk. Kullandığı nemlendiriciden benim yüzüme bir anne şefkati ile kendisi surdu. Sevgi doluydu. Mutluluk saçıyordu. İnanılmaz bir bağ oluşuverdi aramızda. Sonra erkeklerden konuşmaya başladık. Ve tabii hayattan. Bana gülümsedi ve dedi ki: “Bak tatlı kızım, insanlar mutlu olmaya kendileri karar verir.” “ Ne demek istiyorsunuz?” diye sorunca bana iki elini uzattı. Bileklerinin iç kimsini cevirdi. Gözlerime inanamadım. O çok yasamış olduğu belli ama çok güzel ve bakımlı, zarif ellerin uzantısında, yani bir kadın vücudunun bence en hös, en hassas ve en gizemli yerlerinden biri olan bileklerinde birer yara izi vardı. Her iki bileğinin iç kısmında, dümdüz, uzun ve kesilmiş olduğu belli, yıllar öncesinden izler. Hikâyesini anlattı. Size hikâyesinden bahsetmeyeceğim. Çünkü o benim bir daha görüşmediğim, ama sonsuz saygı duyduğum sırdaşım. Hikâyesini anlatıp sunu söyledi: “ Ben ölmeye karar verdim ve bileklerimi kestim çekinmeden. Tam kararımın sonucunu sessizce beklerken, ölmeye karar vermek için çok nedenim olduğunu düşünüyor, kendime ağlıyordum. Sonra gözümün önüne sevdiklerim geldi. Aslında mutlu olmak için daha çok nedenimin olduğunu bir anımsamaya başladım. Ölmek kararı gibi çok zor bir kararı verebilen ben, neden mutlu olmak kararını alamıyorum dedim kendime. O an birden mutlu olmaya karar verdim. Çünkü çok nedenim vardı. Gücüm yetene kadar yasamaya. Ve telefona sarılıp en yakin arkadaşımı aradım. İste hayattaydım ve o dakikadan beri de mutlu olmak kararımın arkasındayım. Bileklerim de bana bu kararı unutturmuyor. Sanki bu kararın altına atılmış imzam gibiler.”
Her sabah güne merhaba derken başlıyor kararlarımız… Ve gece o gün bitene kadar sürüyor. Her yapılan bizim kararımızın bir sonucu mu? Kocaman bir evet. Mea culpa! Hersey benim sucum. Suç mu bu? Hayır. Doğrusu sorumluluk bana ait demeli. Nasıl yani diyorsunuz simdi? Benim cooook zorunluluklarım var. Sabah çok erken kalkmam lazım, çünkü ise gitmem lazım. Bu aileyi ben mi seçtim? Benim sansım yok ki. Kader denen bir şey var. Vs vs… Haklisiniz elimizde olmayan çok şey var. Ama aldığımız ana kararlar, bu elimizde olmayan şeylerin sonuçlarını değiştirebiliyor. Genel tavrımız asil önemli olan. Hayatin gözlerinin içine bakabiliyor muyuz yoksa arkamızı donup kusuyor muyuz?
Şimdiye kadar aldığımız kararlara ve yaptığımız seçimlere bakalım. Arkadaşlarımızı seçtik. Mesleğimize karar verdik. Esimizi seçtik. Özel hayatımızda da is hayatımızda da teklifler geldi, duşunduk karar verdik. Karar verdikçe yeni yollar acildi. Her aldığımız karar, bir sonraki alternatiflerimizi etkiledi. Çok küçük kararlar bile hayatımızda büyük farklar yaratabildi. Nasıl beslendiğimiz gibi, sigara imcemiz gibi, spora başlamamız gibi, sola değil sağa dönmemiz gibi… Ve bu böyle devam edip gitti, gitmekte.
Şimdi soruyorum kendime? Hangi karar, olum zamanına karar vermek kadar zor olabilir? Ve hangi karar hayatimi kotken değiştirebilir? Sadece tek cevap var aklıma gelen: Mutlu olmaya ya da olmamaya karar vermek.
Figen BIYIK – Yüksek Topuklar
Figen@yuksektopuklar.net