Dengelerimiz, ezberlerimiz bozuldu. Bir tarafımız eski aşklara öykünüyor, bir yanımız sırf gururundan, vazgeçmiş duruyor. Ne büyük bir alaca karanlık içindeyiz. İlişkiler gittikçe daha karmaşıklaşıyor.
Farklı yaşlardan, çeşitli statülerden, değişik yaşam şartlarından insanlarla sohbet ediyorum, konu hep aynı noktada kilitleniyor. Evlenip ayrılanlar, evliliğe tövbe etmiş. Hiç evlenmemişler, hem hevesli, hem korkuyor. Erkekler dehşet içinde, kadınların kendilerini neden bu kadar taciz ettiklerini anlamadıklarını söylüyor. Kadınlar, ihanetlerden, vurdumduymazlıktan, sahiplenilmemekten yakınıyor. Aşka küskün bir toplum haline mi geliyoruz? Artık kimse aşka inanmıyor mu?
Tedavisi mümkün olmayan bir aşk kadınıyım ama benim bile bir yanım uçurum. Kırgınlıklarımız var. Kalbimizin üstü çiziklerle dolu. Her ilişkide biraz daha yıkılıyoruz. Gün geliyor, aşka olan inancımız bitiyor. Kadın, erkek el ele verdik, sevgiyi kemiriyoruz. Tahammülümüz kalmadı. Emek vermeyi unuttuk. Bir çıkar kavgası içinde kısa zamanda tüketilen ilişkiler olağanlaştı, fark etmeden kaybediyoruz.
Bunun sadece büyük şehirlerde olduğunu düşünen varsa, yanılır. Aşkı kaybetme hastalığı salgın oldu; ülkeyi, dünyayı sarıyor. Daha acısı, alışıyoruz. Sanki normali bu gibi duruyor.
Bir ilişkiyi bitirdiğimizde sevgimizi ne yapıyoruz? Acaba kalbimizde bir depo mu var? Kullanmadığımız sevgileri orada biriktirip dönüştürüyor muyuz? Peki, iki saat konuşmadan duramayan çiftler, ayrılınca bir daha sesini duymadan nasıl duruyor? “Sensiz yaşayamam” diyenler, ayrılınca bir daha hiç arkasına bakmadan nasıl yaşıyor? Milenyum dediğimiz bu zaman, bir girdap gibi bizi içine mi çekiyor?
Kriz sadece ekonomide değil, duygusal dünyamızda da var. Dönüşüyoruz. Aşka küskün ama gizlice aşık; sevgiye inanmayan ama sevgiyi arayan yürekler, bir hayata tutunmaya çalışıyoruz. Gururumuzdan, bir daha kandırılmak istememekten, inancımızı kaybettiğimizden, erkek gibi kadınlarımız çoğalıyor. Seviştikten sonra yatağı ilk önce kim terk ederse, o birinci oluyor. Telefon numarası vermemek, adını bile zor hatırlamak erdem sayılıyor. Bu oyunu başarıyla bitirenler, kendini kazanmış sayıyor. Öyle ya, ağlamak yok, acı yok, aldatılmak yok, hesap vermek yok, terk edilmek yok, telefon beklemek yok, yaşasın özgürlük. Bu oyunu her gece oynayanlar var. O yüzden “Issız Adam” filmi bu kadar ses getirdi. Herkes biraz ıssız.
Bu çıkmazdan kurtulmak için kendi yollarımızı kazmalıyız. Ne kadar düşsek de tekrar kalkmalıyız. Kimse için değil, sadece yüreğimiz için, aşka inanmalıyız. Aşkı aramaktan vazgeçersek, içimizdeki uçurumlara düşeceğiz. Issız kalacak ruhumuz, kirlendikçe daha büyük yalnızlıklara gömüleceğiz.
Biz kurtuluş savaşında mermileri, topları taşıyan bir soyun kadınlarıyız. Bu savaşı da kazanırız. Tüm kırgınlıklarımıza, güvensizliğimize karşı, ayağa kalkıp, aşk için savaşmalıyız. Bir ülkenin dik durması için önce kadınlarına ihtiyacı vardır, çünkü sadece kadın, bir evi yuvaya, bir toprak parçasını vatana, bir kalbi aşka dönüştürebilir…
Candan Ünal
Yüksek Topuklar Aşk ve İlişkiler Editörü
Candan.unal@yuksektopuklar.net
*Tüm hakları Yüksek Topuklar.net’e aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.