O vakitler bizi birbirimize ulaştırabilecek, kavuşturabilecek vasıtalar vardı. Bazen bir taksi, bazen bir servis, bazen bir araba, bazen de bir vapur… O’na doğru gidebildiğim ya da bana doğru gelebildiği her aracı seviyordum, şimdi motorlardan nefret ediyorum!
Koynunda uyuyup ama üşütüp ertesi gün yüksek ateşlerde yatacağımı bilmediğim akşam, Asya’nın isteği üzerine markete gidip iki şişe bira almış, Mecidiyeköy’de elimizde biralarla, yine Asya’nın isteği üzerine başkalarına kadınlık öğretmiştik. Yürüye yürüye Nişantaşı’na geldik, karnımın acıktığını hissettim: “ben bir kavurmalı tost alacağım, sen bir şey ister misin?” diye sordum. “Devam edelim, ben ilerideki marketten alacağım” dedi. Birkaç dilim kaşar peynir, yarım ekmek… “Biliyor musun Feraye, günlerdir sadece bunları yiyebiliyorum” dedi. Söyleyecek bir söz bulamadım, sessizliğim eve vardı.
Üst salondaki koltuklara yerleştik, bir şeyler içmeye devam ettik. Evde, bizden başka kimse yoktu ama Asya tam olarak da buna bozuluyordu: O neredeydi? Asya’nın hayatına girdiği günlerde, O’na baharı getiren, simsiyah kıyafetlerinden arındırıp pembelere bürüyen ama bir zaman sonra üç aylık baharın bedelini on iki ay sürecek kara kışla tahsil eden sevgilisi neredeydi? Sabah evden çıkarken annesine gideceğini söylemiş Asya’ya, ben de sakinleştirmek için destekliyorum “tabii canım, annesini görsün özlemiştir” diyorum: inanmıyor. Saatlerce bana O’nu anlatıyor; neler çevirdiğini, neler yaptığını, neler yapmadığını… “Hadi kalk şimdi gidelim, gerçekten annesinin evinde mi? Bunu görmek istiyorum” diyor, “Asya, lütfen ama saat çok geç oldu, yarın gideriz” diyerek oyalamaya çalışıyorum.
Söz bana dönüyor, gözlerim içine bakıyor ve konuşmaya başlıyor. “Sen değişiyorsun, sana yaklaşmaya çekiniyorum artık, sanki Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışıyorsun ama gerek yok” diyor. “Asya, ben aynıyım; yine senin yanındayım” diyorum. “Hayır, iyi biliyorum ki sen o kadını merak ediyorsun ama bilmelisin ki o kadın, şirazeyi kaçırmış“ diyor. “Benden uzak kalma, tek bilmek istediğim sensin” diyorum. Konuşurken koltuğun üzerinde uyuyakalmışım. Asya gelip beni alıyor, yatağına götürüyor, koyun koyuna uyuyoruz.
Sabah beni uyandırıyor, ikimiz de işe geç kalmışız! Ok gibi evden fırlıyoruz, Nişantaşı sokaklarını büyük adımlarla arşınlıyoruz. Yorulduğumu hissediyorum ve dinlenmek istiyorum. Tam o sırada önümüzde bir kadın yürüyor, Asya, kadının omzuna dokunuyor: “Günaydın hanımefendi” diyor. Kadınsa aşağılayan gözlerle bakıp “ne istiyorsunuz benden?” diyor, bense duruma seyirci kalıyorum. Asya şöyle söylüyor: “eteğinizden bir ip sarkıyor, onu söylemek istedim. Belki ofisinize gitmeden önce o sarkan ipi koparmak istersiniz.” Kadın utanıyor, yüzünü yere eğiyor. Asya, “müsaade edin, o ipi alayım” diyor ve eğilip kadının eteğinden sarkan ipi koparıyor, iyi günler diliyor. Oradan uzaklaşıyor, bir yol ayrımına geliyoruz, “benim buradan acilen gitmem gerekiyor” diyor, arkasından bakakalıyorum, üzerinde gri uzun bir erkek hırkası var, bacakları da çöp gibi. “Âlemsin Asya” diyorum, O’nu en son o zaman görüyorum.
Hafta sonu, yüksek ateşlerde yatıyorum, kıvranıyorum. Asya’da kaldığım gece, koltuğun üzerinde uyurken üşütmüşüm, ömrümde böyle grip yaşamamışım! Cumartesi, Pazar… Hastalığım devam ediyor bir de bitmek bilmeyen kâbuslarım… Asya’yı görüyorum, ismini sayıklıyorum, denizler içinde dolandığını görüyorum. Pazartesi sabahı kendimi biraz daha iyi hissediyorum, işe gidiyorum. Sabah kahvemi içerken bir yandan haberlere göz atıyorum, bir yandan da sözlükte geziniyorum. Nasılsa aklıma, daha önce ilk kez Asya’dan duyduğum Murathan Mungan’ın “Yalnız Bir Opera” isimli şiiri geliyor. Az buçuk şu mısralarını hatırlıyorum: “yaşamasanız da bilirsiniz, hiç yakın hissetmemişsinizdir kendinizi intihara bu kadar” Bununla yetinmeyip şiirin tamamını okumak istiyorum, sözlükte bulacağıma eminim, aramaya başlıyorum ama sonra gözüm sol alandaki “Asya İpek” yazısına takılıyor. “Hay Allah, bizim deli kız yine ne yapmış da yazmışlar?” diyorum ve okuduklarıma inanamıyorum!
Benim Asya’m, benim keskin zekâm, benim parlak gözüm, benim ipek saçlım, benim kalbim, benim ruhum; kendini ölüme yakın hissetmiş! Hemen telefon rehberimdeki numarasını arıyorum, bir erkek cevap veriyor: “duyduğum doğru olamaz değil mi?” diye soruyorum. Beklemediğim, hiç istemediğim bir yanıt geliyor: “Evet, ne yazık ki Asya Pazar akşamı Üsküdar Beşiktaş motorundan kendini denize bıraktı, duyduğunuz doğru ama umudumuz var, belki kurtulmuştur. ”
Dua ediyorum, dua ediyorum, dua ediyorum, Asya’mı istiyorum. İki gün sonra haberi geliyor: Kabataş sahiline bir kadın gelmiş denizden… Asya’m denizlere gitti, deniz O’nu geri verdi. Gittiği gibi değil, canını alıp geri verdi.
Daha fazla yazamıyorum, sadece O’nun için bir şarkı dinliyorum…
Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com
Mekani cennet olsun …
bizse burda oturmuş sana kızıyoruz.neden feraye neden yazmıyorsun diyoruz bilmiyoruzki senin ne halde olduğunu.ah şu yargılamar…üzgünüm hemde çok.başın saolsun.mekanı cennet olsun
şu anda okuduklarıma inanmak istemiyorum.. başın sağ olsun Feraye 🙁 ama anlamıyorum onu bu duruma getiren sebep ne ? çünkü anlattığın kadarıyla o güçlü bir kadındı inan anlam veremiyorum bu duruma çok üzgünüm çokkk 🙁
üzüldüm
tutamadık elinden…
İnan çok üzüldüm,başın sağ olsun.Yazılarını çok beğeniyorum.Merakla takip ediyorum.
18kasım 2007…
[b]Zeynep,
“Orada huzuru, dengesi olsun” diyorum hep…[/b]
[quote]Mekani cennet olsun …[/quote]
[b]Dilay,
Şimdiye anlatmaya en zorlandığım durumlardan biri bu oldu. Amacım, sizi üzmek değil; biraz olsun Asya’nın hayatından haber vermekti.
5 yıldır bu acıyı içimde taşıyorum…[/b]
[quote]bizse burda oturmuş sana kızıyoruz.neden feraye neden yazmıyorsun diyoruz bilmiyoruzki senin ne halde olduğunu.ah şu yargılamar…üzgünüm hemde çok.başın saolsun.mekanı cennet olsun[/quote]
[b]Seher,
Yaklaşık bir ay sonra tam altı ay olacak ve ben hala gerçek olduğuna inanamıyorum 🙁
Evet, güçlü bir kadındı ama O’nu bir kere görmüş olsanız, bu dünyaya fazla olduğunu düşünürdünüz. Kontrolsüz güçtü belki de bilemiyorum ki…[/b]
[quote]şu anda okuduklarıma inanmak istemiyorum.. başın sağ olsun Feraye 🙁 ama anlamıyorum onu bu duruma getiren sebep ne ? çünkü anlattığın kadarıyla o güçlü bir kadındı inan anlam veremiyorum bu duruma çok üzgünüm çokkk :([/quote]
[b]Aysun,
Yeni üzülmeler olmasın diye anlatmak istemiştim…[/b]
[quote]üzüldüm[/quote]
[b]Ozan,
Sen biliyorsun: o küçük elleri tutamadığımız için kendimizi ne kadar suçlu hissettiğimizi…
Ve ben biliyorum: mutlu olduğum her an utandığımı…[/b]
[quote]tutamadık elinden…[/quote]
[b]Yeliz,
Aslında hepimizin… Gerçek bir kayıp ama belki de onun kendini bulması.[/b]
[quote]İnan çok üzüldüm,başın sağ olsun.Yazılarını çok beğeniyorum.Merakla takip ediyorum.[/quote]
[b]Butterfly,
Yorumunun bir kısmını kesmek zorunda kaldım, geçmiş yazılarda çok özel hayata varan durumlardan bahsettiğim için kimliği bilinsin istemiyorum.[/b]
[quote]18kasım 2007…[/quote]
Kitap okumayan bi insan olarak hergun yeni yazisi cikmis mi diye sabirsizlikla takip ettigim tek insansin…
Yorumu kesmeni saygiyla karsiliyorum, melekler asya ile olsun…
sozun bittigi yer………
ŞOK OLDUM AĞLADIM AĞLADIM VE AĞLADIM ALLAH MEKANINI CENNET ETSİN İNŞ.
feraye ben gunlerdır yazıyı okuyup kalkıp bır sıgara yakıyorum
Ben yakın arkadaslarım hasta oldugunda gecmıs olsun bıle dıyemeyen bı ınsanım uzulsemde bı cozum bulamadıgım ıcın bısey dıyemem kaldıkı ısın ucu ÖLÜM olunca daha zor oluyor .Ne çözümler aradım zamanında ölüm için beni geç kimler kimler neler yapmıştırda sözleyebildikleri tek söz “Mekanı cennet olsun ” olmuştur .Üzülme diyemem beni bile yazdıkları bu kadar etkilediyse
HANİ derler ya önce iiler ve günlüler gider diye … Gittiği yer iilerle dolu bunu biliyoruz
Başımız sagolsun feraye
Üzüldüm.. yapacak birşey yok..Allah mekanını cennet eylesin.