Duygusallığın tadı var. Acılı bir tat bu. Anladım bunu. Bu yüzden sanat var… Bu yüzden hisli şiirleri sevmemiz. Yüreğimizin kabarması bazı şarkılarda.”Historia de un amor” gibi şarkılarda.”Sil baştan” gibi şarkılarda.’’Mühim değil’’ gibi şarkılarda. Bu yüzden “Aşk”tan bahsediyoruz hepimiz. İçimizi sızlatan ve bu sızının garip bir keyif verdiği aşktan…

Aslında tercihlerimiz yönlendiriyor yaşadıklarımızı. Acı çekmek de bizim tercihimiz yani. Duygusallığın içinde kaybolmak da. Nasıl olur değil mi? Nasıl acı çekmeyi seçeriz?

Hayata ve mutluluğa ‘’Evet’’ ya da ‘’Hayır’’ demekle ilgili her şey. Aynı yemek tercihi gibi bu: Bazılarımız acılı seviyor yemeği… Git-gel yaşaması insanın yorucu, ama bir o kadar da “Acılı Adana” sevmek mi? Aynen böyle galiba. Hayatı karşılama biçimimiz, sonuçları değiştiren en önemli faktör değil mi?

Bir genç kadın düşünün… Sevgilisi birden çıkıverince hayatından ortada kalakalmış hissediyor kendini. Kısacık ama çok şey paylaşılan ilişkinin ardından, gelen bir telefon ve sudan sebeplerle sevgilinin sahneyi terk ediş çabası… Sevgilisi yanındayken mutluydu, ama yanında olması tehlikesiz ve garanti altında olsaydı o mutluluk azalır mıydı ve alışkanlık halini alır mıydı?  Yarım kalan aşklar daha mı değerli? Sorular sorular… Ama düşünmek bile istemiyor bu soruların cevaplarını şimdi. İçinde ince bir sızı… Acı ama hemen yanında derin bir haz sanki… Oysa düşünmeden hayatına devam edebilir. ‘’Zaman en iyi ilaçtır. ‘’diyebilir. Acıya ve ızdıraba ‘’Hayır!’’ diyebilir. Yürüyebilir ileri. Ama o ne yapıyor? Yarasına pansuman yapacak bir tedavi aracı ( yeni bir sevgili belki de) bulana kadar, bu acıyı ve acının hazzını yaşıyor. Dilinde o, aklında o…Kendini uyuşturuyor hüzünle. Yaşam kapının önünde bekliyor, ama o açıp kapıyı bakmıyor bile. Yok, sayıyor hayatı. Hayata ‘’Hayır!’’ diyor.

Bir genç kadın düşünün… İmkânsızlıkları görüyor ama istiyor o adamı işte yine de. Şımarık çocuklar gibi… Yasak ve kendine çok zararlı bir şeyi istiyor aslında… Arada yakınlıklar ve yüksek seviyede yaşanan duygusal dalgalanmalar… Ama çoğu zaman yalnızlıklar… Yine duvarlar… Yakınlık kayıp. Adam her zaman daha önemli. Kadın ise talepkar. Artık zamanları ve ilgiyi bekleyen ama umutsuz. İçinde derin bir acı, acının hemen yanında da derin bir haz… Oysa her şeyi bir yana bırakıp hayatına devam edebilir. Sonsuz alternatiflerle dolu hayata kocaman bir ‘’Evet!’’ diyebilir. Tercih onun. Ama o “Hayır” demesi gereken adamı ve bu ilişkiyi, bir yük gibi sırtında taşıyor. Kendine gereksiz yükler yaratıp, sonra da o yüklerden şikâyet ediyor.

“Hayır demeyi bilmemek” diye bir şey yok yani…”Hayır” ve “Evet” dediğiniz şeylere göre değişiyor elde ettiğiniz zarar ya da fayda. Mesele “Hayata Evet’’ demekte. “Hayata Evet’’ demek işte böyle kolay söylenen, ama çok zor yapılabilen bir şey. Oysa bir kez ‘’Evet’’ dediğinizde hayata, o size sürekli ‘’Evet’’ demeye başlıyor.

Haydi, sen de karar ver yeni yılda ve ‘’Hayata evet’’ de!

Figen BIYIK

Figen Bıyık
figen@yuksektopuklar.net