Kıpkırmızı bir top ufukta ve belki de her türlü sıcak renk ona eşlik eden… Şahit olmak ne büyük mutluluktu bu güzelliğe. Şahit olmak…

 

Sahilde insanlar yürüyordu aynı kadın gibi… El ele çiftler, şakalaşan sevgililer, çocuklarını bisiklete bindiren aileler, yalnız ve düşünceli bir şekilde güneşin batışını birasını içerek izleyen delikanlılar, kulağında müzik hızla yürüyüş yapanlar, taşların üstünde balık tutanlar… “Her insan bir dünya!” diye düşündü kadın. Kim bilir bu insanların nasıl hikâyeleri vardı? Bu hikâyeler süregelirken şu an kaç kişi kafasını kaldırıp güneşin muhteşem batış gösterisini izliyordu?

 

Güneş battı ve alacakaranlık çöktü güzel kente. Kentler daha mı güzelleşir alacakaranlıkta? Görülmemesi gerekenler ve kenti çirkinleştiren tüm fazlalıklar yok oluverir sanki. Kadın hala yürüyordu deniz kenarında… Kafasını kaldırdı ve karşıdan yavaş yavaş yükselen mehtabı gördü. Dolunay kocamandı ve ışığı aydınlatıyordu kenti. Ne büyük güzellikti bu! Harika bir histi ayı izlemek… Demek ki yıllarca boşuna mehtap turları yapılmadı bu kentte. Şu an dünyanın bir yerlerinde, aynı kadın gibi bu aya bakan kaç kişi vardı acaba? “Belki de o da bakıyordur şimdi” dedi kadın. Gülümsedi ve içinden bir şeyler söyledi aya… Aya mı, ona mı? Belki bir veda, belki de bir helalleşme… Kim bilir?

 

Arabaların ışıkları, evlerin ışıkları, mehtap… Gecenin kendine göre bir aydınlığı vardı işte… Ve kendine göre bir güzelliği… Yeter ki insan baksın, yeter ki insan şahit olmayı seçsin.

 

Yaşadıklarını düşündü kadın. Yaşadığı onca olaydan, kendisine yüklediği yüklerden sonra birden fark etti ki şahitlik için bu dünyadayız. O şahitlik yapmıyordu sadece aslında… Diğer insanlar, varlıklar, güneş ve ay da ona şahitlik ediyordu.

 

İnsan kendi yaşadıklarına şahit kalabilir mi? “Kalmalı!” dedi kadın kendi kendine… Daha az canı acısın diye mi? Hayır. Şahitlik de can acıtıyordu ama şahitliğin ötesinde elden gelen ne vardı? “Neden?” diye sorduğumuz kaç soruya cevap bulabildik ki? Elden gelen tabii yapılmalıydı. Yapılabilecek çok şey vardı aslında.

 

Ancak durmasını bilmeli ve çekilmeliydi sahneden zamanı gelince. Müdahil olmak yorucuydu, müdahil olmak yıpratıcıydı. Telaşlar ve korkular birçok güzel şeyi mahvedebiliyordu. Ve çok güzel tadı olan bir meyve zamanından önce yendiğinde ekşi oluyordu…

 

Ay yükseliyordu. Kadın hâlâ sahilde yürüyordu. Ancak daha hafif, daha az düğümlü ve daha özgür hissediyordu kendini… Bir sonraki duygusal tükenişine kadar…

 

 

Figen Bıyık – Yüksek Topuklar
figen@yuksektopuklar.net