Birkaç kitap bulunur, her bir sayfası yapıştırılır. Birkaç fotoğraf bulunur, her bir parçaya bölünür. Birkaç yazı bulunur, her bir kelimesi silinir. Birkaç pişmanlık bulunur, her bir köşeye saçılır.

 

Bir koltuk bulunur, üzerine uzanılır. Bir tavan bulunur, gözler kilitlenir. Bir el bulunur, ters çevrilir. Bir sigara bulunur, son nefesine kadar içilir. Bir lamba bulunur, sımsıkı tutulur. Bir göz kapağı bulunur, aradan süzülen ışık görülür.

 

Bir telefon gelir.

 

Kesilen saçlar yapıştırılır, sönen gözler aydınlatır, morarmış ten renklendirilir.

 

“Yüzün, gözlerin parlıyor. Hayatında biri mi var?” diye sorulur. Bir ışık varsa tek sebebinin görebilmek ihtimal olduğu söylenir. Tam o arada bir kalp bulunur, parçalara böldürülür.

 

Kapıya dönülür, odaya dönülür, gün döner. Çekmece üzerinde bir kitap görülür, yanında bir film uzanır. Kitap ters çevrilen ellerle tutulur, rastgele bir sayfa açılır. Okunur.

 

Filme düze dönen gözlerle bakılır, açılır. Sahneler hızla ilerletilir. Bir mektup duyulur. Film ilk kez izleniyordur ama mektuba eşlik edilir. Eş zamanlı olunur…

 

İsimler ve yerler değiştirilir, zarfın içine koyulur, yanına bir de kırıklık eklenir. Kalbin ortası kürekle kazınır, fazla derinlere inilmez. İşte tam film ve kitapla birlikte gömüt oluşur.

 

Kitap: Bu akşam ağlayacağımı biliyordum. Ama bu yüzden değil. Birbirimizden uzun süre, hatta sonsuza kadar ayrılacağımızı biliyordum ama bu sözler, bu bakışlarla değil. Yaşadığım en güzel aşktan bu bakışları, bir yabancıya aitmiş gibi olan bu bakışları götürmek istemiyorum belleğimde. Bana son kez bak Cihan! Senin sevgilin olduğumu anımsa. Beni sevdin, ben seni sevdim. Beni tanıdın mı?

 

Film: Senden sonra, kırmızı artık kırmızı değil… Göğün mavisi mavi değil… Ağaçlar yeşil değil. Senden sonra, renkleri bizden kalan nostaljide aramalıyım. Senden sonra, bizi utangaç ve gizemli yapan acının bile hasretini çekiyorum. Bekleyişin, vazgeçişlerin, şifreli mesajların hasretini çekiyorum. Görmek istemeyen körlerin dünyasındaki kaçak bakışlarımızın da. Çünkü eğer görünseydik onların utancı, onların nefreti, onların zorbalığı olacaktık. Senden af dilemeye yeterli cesaretim olmayışının acısını çekiyorum. Bundan dolayı artık pencerenden içeri bile bakamam. Daha ismini bile bilmezken, daima orada, seni gördüğüm yerdeydin. Ve daha iyi bir dünyanın düşünü kuruyordun. Bir ağacın bir ağaç oluşunun engellenmediği bir dünya. Ve mavinin gökyüzü olabildiği bir yer. Bu daha iyi bir dünya mı bilmiyorum. Nasıl söylesem, bu daha iyi bir dünya mı? Sen olmadan nasıl söyleyebilirim?

 

Feraye Demir – Yüksek Topuklar
ferayedemir@gmail.com

Tüm Yazılarımı Okumak için Tıklayın!