Bazen kendimi çok güçlü hisseder, yaşadığım ve yaşamadığım her duygu için mutluluk duyar, bir aşktan geriye kalanlarla ruhumu doyurmak yerine denize bırakırım… Hesaplamadan, hep öyle olacağını sanarak paylaşırım ya sizinle, günün birinde “diş fırçalarına, kapı kollarına misyon yüklemiyorum” demişim. Olmasını istediğimi dile getirmişim, yapabildiğimi değil… Meğer sol elimde saplı duran bıçak yerine sabitlenmemiş, elimi her hareket ettirdiğimde kıpırdıyor daha da içeriye işliyormuş, kanatıyormuş. İç kanama!
Dün gece salonun köşesindeki koltuğa uzanmıştım. Elimde bir dal sigarayla, “bir koltuk köşesinde yaşayalım” dediğimiz günleri düşünüyordum. İlk kez birlikte olduğumuz gün geliyor, gözlerimin önünden geçiyor. Karşımda Cihan varmış gibi anlatmaya başlıyorum. Ezginin Günlüğü’nden Bülent Ortaçgil’in sesiyle “Teninle Konuşmak” şarkısı çalıyordu. Sana anlatmak istemiştim, yanına yaklaşmak istemiştim. Kokunu duymak, tenine dokunmak istemiştim. Nasıl söylesem bilemiyordum da yanına uzandım, yanıma uzandın. Gözlerine baktım, gözlerime baktın. Kokunu duydum önce, saçlarına dokundum sonra… Nefes aldım, nefes aldın. Nefesin nefesime karıştı. İçime sıcaklık aktı. Durdum. Bu kadar güzel olamaz dedim. Yeniden yaklaştım sana emin olmak istedim. Evet, bu kadar güzel olabilirmiş dedim. Çok sevdim. Hemen ama çok sevdim. Sonra bakışlarını sevdim, şaşkın bakışlarını sevdim, gözlerini kocaman açmanı, dudağının kenarında kıvrılan gülüşünü de sevdim, kokunu da… Hemen sonra ve daha sonra ve şarkıda ne varsa gerçek oldu… Tenin sıcacıktı, benim gözlerimde kediler vardı, gözlerimi açtım, evet aşk dedim, tenini özledim, konuşmak istedim, parmak uçlarım teninde filizlendi. Çocuk gibi şımardım sana, – nooolur ben de geleyim – , çok merak ettiğim, hayal ettiğim bedenin önümde uzanıyordu ve izleyebildim, tenime kokun sindi, kokladım, sabırsızlanıyordum o sabah ve teninle tanıştım.
Şimdiye döndüm. Bir zamanlar aşkı yaşadığım koltuğun köşesinde yalnız olduğumu gördüm. Bir sigara daha yaktım. Üzerimizden akan suların altında kaldığımızı, boğularak ölmenin aslında huzurlu olduğunu söyledim kendi kendime… Burnuma bir yanık kokusu geldi. Fark ettiğimde çok geçti. Sigaranın ateşi kazağıma düşüp yakıp geçmiş, göğsüme yapışmıştı. Tam olarak sol tarafıma, tam olarak kalbimin üzerine bir ateş düşmüş yakıyordu. Hayal değil, var sayım değil. Gerçek bir ateş, herhangi bir yeri değil göğsümü yakıyordu. Telaşla ateşi göğsümden aldım, hafifçe elim yandı. Kazağımda ve göğsümde yanığın izi kaldı. Şimdi merak ediyorum: bu aşkın yarasını hem ruhsal hem de fiziksel olarak ömrüm boyunca göğsümde mi taşıyacağım?
Göğsümdeki yanığa krem sürerken şarkı listemden bir tane daha geldi: Cihan da bilir benim sana yandığımı, ellerim bağrımda garip kaldığımı…
Feraye Demir
İletişim için e-mail: ferayedemir@gmail.com