Sabahın erken saatinde mektup yazmaya başladım O’na…
Cihan!
Hiç söylemedim, en büyük hayalimdin… Seni tanımadan önce orada olduğunu biliyor gibiydim. Kalbimin doğusunda, güneşin doğuşunda… Parlak ve büyüleyici, tekrar eden ve olağanüstü…
Ne güzeldi dudağının kenarında kıvrılan muzur gülüşün… Göz kapaklarının arasından gün ışığı gibi sızan gözlerin… İsmimi söyleyişinde içimi yakan sesin… Dokunuşuyla heyecanlandıran yağmur ellerin… Derin nefeslerime sebep olan yeni doğmuş bebek gibi kokun… Kucağıma teslim ettiğin, içinden taşan kalbin… Ne güzeldin sen…
Ne güzeldi senin yanında kadınlığım… Sana doğru baktığında yeşillenen gözlerim… Teninin sıcağıyla yoğunlaşan kokum… İsmini söylediğimde içimi yakan ateş… Sana dokununca pamuklaşan ellerim… Ne güzeldim ben…
Bana hiç “sevgilim”, “aşkım” dememiştin, dillerde içi geçirilen… Öyle özel seslenişlerin vardı ki bana gururlanıyordum kendimle… Gerçek ismimi unutmuştum, sen bana ne diyorsan o olmuştum… Ne güzeldi sesin…
Tenin tenime karışırken “seni yalnız ben mutlu ederim” diyordun. İnanıyordum, biliyordum… Senin yokluğunda bir kere daha öğrendim, yalnızca seninle mutlu olabildiğimi, güzel olabildiğimi, kadın olabildiğimi…
Doğum gününden birkaç gün önceydi. Kırmızı bir elbise giymiştim. Beni gördüğün anda derin bir nefes almıştın, “sokaklar ötesinden kokunu duydum” demiştin. Ben de beğenmiştim kendimi.
Saatlerce konuşmuştuk, defalarca karışmıştık birbirimize. Dünyaya döndüğümüzde benim ilk kez bu kadar geç yorulduğumu fark etmiştik. Bir anlamı varmış aslında, bilmediğimiz… Zaman aktığında öğrendim. O gün son kezmiş… Kalbim çırpınmış sonuncusunu uzatmak, daha çok hissetmek için. Bedenim zorlanmış daha çok seni sarabilmek için… Eğer bilebilseydik başka türlüsü olur muydu?
Biliyor musun, geçen günlerden birinde orada hissetmek için yine giydim kırmızı elbisemi. Hiç yakışmadı, beğenmedim!
Kendimi sorguladığım oldu, yerden yere vurduğum da. Utandım, ağladım. Karar verdim, tercihimi yaptım. En kıymetliye sahibim, aşığım ve bedelini ödüyorum dedim… Yanımda olmasa da aşkla O’nu hissedebiliyorum. Gelmese de özlemeye, kavrulmaya gönüllüyüm.
İki şarkı geçiyor şimdi aklımdan…
“Zamana bırakma bizi, vücutlara böler kalbimizi
Başka dudaklar değer, silinir mührümün izi”
Silinmesin, bölünmesin!
“Mehtabı senin güzel yüzünde seyretsem ne olur senin dizinde
Bahçende gülün, kapında kulun olmaya razıyım senin yolunda”
Geçen günlerin anısına, gelecek günlerin pırıltısına, aşkın hatırına artık gelsen diyorum!
Feraye Demir
Tüm Yazılarımı Okumak için Buraya Tıklayın!