Mutfağımda bir daha ne zaman anne yemeği pişer, evimin içi bir daha ne zaman sıcacık olur bilemiyorum, düşündükçe üzülüyorum. Bavulunu hazırlarken yardım ediyorum ama içimden “keşke biraz daha kalsa” diye yalvarıyorum. Sesimi duymuş gibi “2 gün daha kalayım ben, her zaman bu fırsatı bulamayız” diyor. Yüzümde güller açıyor. Her anı yaratıcılıkla yaşayan bu tatlı kadın “hadi artık eve kapatmayalım kendimizi, pikniğe gidelim” fikrini atıyor ortaya… Gözümde canlanıyor; türlü yiyecekler hazırlamışız, rahat kıyafetlerimizi giymişiz, temiz havada nefes alıyoruz, anılarımıza yenisini ekliyoruz…
İnternetten kısa bir araştırma yapıp Heybeli Ada’da kalabileceğimiz bir pansiyon buluyoruz. 1 gece Ada’da kalacağız ama gün boyunca yürüyeceğiz ve mutlaka piknik yapacağız. Sepetimizi hazırlamaya başlarken önceki tecrübelerime dayanarak Ada’nın akşamüzeri soğuyan havası için küçük çantamıza sıcak tutacak kıyafetler atıyorum.
Taksiyle Yeni Kapı’ya gidip deniz otobüsüyle Heybeli Ada’ya ulaşıyoruz. Sabahın erken saatleri, yollar bomboş… Kendimize güzel bir alan parselleyelim diye hızlı adımlarla yürüyoruz. Bakıyoruz ki yürümekle olmayacak fayton sefası yapalım diyoruz. Kol kola oturup keyifle etrafı seyrederken, gençlik günlerini anlatmasını heyecanla dinliyorum.
Soframızı kuruyoruz, bin bir çeşit yiyeceğe bakıp nasıl aç gözlü davrandığımızı görüp gülüyoruz. Tadını çıkararak, hiç acele etmeden yemek yemeye başlıyoruz. Şimdi yürümek zamanıdır diyerek, ayağımızdaki spor ayakkabılara güvenerek yollara düşüyoruz.
Koluna girmiş ve kendimi O’nun gerçek kızı gibi hissederken çocukluğumu anlatmaya başlıyorum. Abimin 3 yaşındayken öldüğünü, annemin her fırsatta bana abimin adıyla seslendiğini, kız arkadaşlarım uzun saçları ve cicili elbiseleriyle gezerken benim saçlarımın hep kısacık olduğunu ve erkek kıyafetleriyle dolaştığımı söylüyorum. İçimdeki kırgınlıklardan bahsediyorum, O’nun ne kadar mükemmel bir anne olduğunu kelimelerim yettiğince ifade etmeye çalışıyorum. Hem üzülerek hem de şefkatle bakıyor, pamuk gibi elleriyle yüzümü seviyor… Şükrediyorum içimden, bana yıllar sonra gerçek bir anne verdiği için…
Akşamüzeri Heybeli Ada’nın merkezine iniyoruz. Sahildeki lokantalardan birini seçip, her biri 3 kişiyi doyuracak balıklardan istiyoruz. İkimiz de ev hanımı olmaya kaptırmışız kendimizi, masaya gelen mezeleri beğenmiyoruz. “Ay bunun içine sarımsak koymak lazım”, “tabii canım deniz börülcesi böyle mi yapılır?”, “”aynen, ben bir yaparım herkes bayılır”…
Her güzel şey çabuk biter derler ya Ada’daki 2 günümüz çok çabuk bitiyor ve eve dönmek üzere yola çıkıyoruz. Deniz otobüsünün koltuklarından görebildiğim kadarıyla dışarıyı izliyorum, gözlerim dalıyor. Cihan’ı çok özlediğimi biliyorum, yokluğu içimi sızlatıyor. Annesi; düşünceli halimi O’nun gidişine yoruyor. Çocukluğumla ilgili anlattıklarımın yarattığı şefkatle bana olan sevgisini göstermek için konuşmaya başlıyor.
“Feraye, kızım seni çok seviyorum bunu biliyorsun değil mi? Önceleri sadece Cihan’ın sevgilisi olduğun ve oğlumu mutlu ettiğin için seviyordum seni, şimdi kızım Feraye olarak seviyorum” diyor.
“Ben de diyorum sizi çok seviyorum. Öyle güzel bir hafta yaşadık ki beraber çok teşekkür ederim. Keşke hep burada olsanız istiyorum” diyorum.
“Sen çok iyi bir kızsın diyor. Biliyor musun Cihan’ın eski eşi bizi görmeyi hiç istemezdi. Oğlumu koparmıştı bizden, bayramlarda bile gelmezdi…” diyor.
Yüzümü göremesem de bembeyaz kesildiğini hissedebiliyorum, dilim tutuluyor… Beynimin içinde sadece şu yankılanıyor: Cihan’ın eski eşi, Cihan, eşi, eski, Cihan’ın eski eşi… Geçmişten gelen biri kulağımı sağır ediyor, kalbimi yerinden çıkarıp parçalıyor.
Anlıyor bakışımdan, bilmediğimi fark ediyor.
“Özür dilerim kızım, bildiğini sanıyordum” diyor.
Feraye Demir – Yüksek Topuklar
Tüm Yazılarımı Okumak için Buraya Tıklayın!