Bugüne kadar çalışmaktan şikâyet ettiğim anlarım sayılıdır; hep üreteyim, hep zamanında projelerimi teslim edeyim diyerek saatler boyunca mola vermeden çalışabilirim. Çalışkanlığımın altında yatan sebeplerden biri “aman kimse bana bulaşmasın, istediğim zaman istediğimi yapayım” fikridir. Altı, üstü her ne ise beni, genel müdürün gözdesi, ofisin yıldızı yapabiliyor. Genel müdürün gözdesi olmak demek çalışmak istemediğiniz zamanlarda “enerjimin azaldığını düşünüyorum, birkaç gün dinlenmeye ihtiyacım var” dediğinizde, arkasını sormadan “elbette!” cevabını almak demektir.
Adnan gitti, Cihan’dan aylardır haber yok, en yakın arkadaşlarımdan biriyle bozuştum, ortalama yakınlıktaki arkadaşlarımla görüşmek istemiyorum, annemin nasihatlerine katlanacak durum değilim; eh o zaman yalnız kalayım, evime kapanayım! Sürekli okuyanlar bilir: tırtıl kabuğumdan çıkıp ipek böceğine dönüşmeden önce dış dünyayla bağlantılarımı keserim. Evde kalacağım günler boyunca yetecek kadar kahve, sigara, yiyecek alırım ki hiçbir sebeple kapıdan dışarı adım atmama gerek kalmasın…
Yağmur yağıyor, ev tatili yapıyorum, aklımda iş yok; peki ne yapacağım? Pijamalarımı giyip, kedim Nane’yi kucağıma alıp eski Türk filmlerini izleyeceğim. En yakışıklısından Ediz Hun ya da Tarık Akan; en güzelinden Hülya Koçyiğit ya da Filiz Akın’ın başrollerinde oynadığı Türk filmlerine ruhumu teslim edeceğim, orada olduğumu hissedeceğim. Filiz Akın ya da Hülya Koçyiğit ben olacağım ya da âşık olan kadın kimse; o olacağım!
Eski Türk filmlerini seviyorum: dokunmaya kıyamayacak, bakmaya doyamayacak erkeklerin var olduğuna inanmamı sağlıyor. Her karede güzel kıyafetleriyle prensesleri andıran, buğulu bakışlarıyla karşısındakileri büyüleyen kadınlardan biri olduğuma inanıyorum. Güzelim şarkıların taçlandırdığı sahnelerden birinde âşık âşık birbirimize bakacağımızı, talihsiz bir yanlış anlama sonucu birbirimizden ayrı kalacağımızı ama yıllar geçse de unutmayacağımızı bildiğimiz âşık ile maşuk olmayı hayal ediyorum. Bazen nefret ettiğini söyleyen, bazen aşık olduğunu söyleyen ama mutlaka aşık olan o kadının ben olduğumu düşünüyorum, hissediyorum. Filme kendimi kaptırmışken, biri gelip “Feraye” diye seslense; dönüp bakmayacak kadar kendimi filmdeki kadın zannediyorum.
Filmin son sahnesine gelindiğinde olduğu gibi beni kollarına alıp, yanağını yanağıma komşu yapacak bir sevgilinin varlığına inanasım geliyor. Aşkımızın her günü bir film olsa, isimlerini “seni sevmek kaderim”, “affet sevgili”, “kalbimin efendisi” gibi mutlu sonla biten filmlerden alsa diyorum.
“Yuvasız Kuşlar” filmindeki gibi mutlulukla bakarken, sevgilim yanımda olsa, ellerimden tutsa ve sorsa: “inanadın mı sevgilim?” Ben de Filiz Akın olup cevap versem: “Sevildiğini bilen kadınların huzuru içindeyim sevgilim.” desem…
Ah, aşklar sadece filmlerde mi oluyor? Gerçekten ayrı kaldığımız zamanlarda bile ruhlarımızın yan yana kalacağını bildiğimiz bir sevgili yok mu? Aklımda sorular, kalbimde heyecan var… Eski bir Türk filmi daha izleyip, aşık olduğumu hissetmek için salona geçiyorum, Nane’yi kucağıma alacağım ve O aşık kadın ben olacağım!
Nermin: “Son günlerde çok sıklaştı böyle telefonlar.”
Murat: “Kim olabilir ki?”
Nermin: “Belki de seni ellerinden aldığım hanımlardır.. Geçenlerde bir imzasız mektup aldım. Bana ihanet ettiğini bildiriyordu.”
Murat: “İnandın mı?”
Nermin: “Evet, ama mektuba değil, sana. Sevildiğini bilen kadınların huzuru içindeyim.”
Yuvasız Kuşlar/ 1970/ Ediz Hun, Filiz Akın
Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com
Tüm Yazılarımı Okumak İçin Tıklayın!
Feraye,
Eski Türk filmlerini ben de çok severim. Yuvasız Kuşlar filmini de izlemiştim ama “Sevildiğini bilen kadınların huzuru içindeyim.” cümlesi hiç dikkatimi çekmemişti. Yazarın farkı bu sanıyorum, bizim göremediklerimizi görmek ve sonra da gördüklerini bize anlatmak… Filmi yeniden izleyeceğim.
Hayatın, “Sevildiğini bilen kadınların huzuru içindeyim.” duygusunu yaşatmasını diliyorum.