Merdivenin altındaki dolaptan çamaşır suyu, yer silme bezi, kova alıyorum; temizliğe üst kattan başlamaya karar veriyorum. Silmek için hazır hale getirmek amacıyla önce zemini süpürüyorum. Evet, yer hazır, kovanın içinde su hazır, suyun içinde yer silme bezi olup evrim geçirmiş tişört hazır, ben de hazırım. Fazla suyunu sıkıp aldığım bezi, ellerimin arasında tutup, eğilip yeri silmeye başlıyorum. Her bir ileri-geri hareketinde canım acıyor, kalbim inceliyor, “temizlik sırasında bu neyin nesi?” diyorum kendi kendime sonra bir dönüp elimdeki beze bakıyorum: bu o!


Muhteşem bir kavuşma sonrasında Cihan’ın üzerinden çıkarıp aldığım, nereye gittiysem benimle gelen beyaz tişörtüm(üz) bu… Cihan’ı özlediğim günlerde giydiğim, eprimiş kumaşına rağmen dünyanın en değerli hazinesi misyonunu yüklediğim beyaz tişörtüm o… Öfkeyle kalkıp evimde Cihan’a ait, Cihan’ı hatırlatan ne varsa bir torbanın içine doldurduğum ama atmaya kıyamadığım beyaz tişört o… Mutlu günlerimizin beyazı, tutkulu sarılmalarımızın tişörtü…


Yardımcıma öfkelendim, hangi akla hizmet, evde başka eskimiş hiçbir şey kalmamış gibi bu tişörtü, yer silme bezi olarak kullanmaya başladın diye söylendim. Biliyorum eskimiş, biliyorum rengi değişmiş, biliyorum birkaç yerinden delinmiş ama o tişört bizden kalan son parça; bu hale gelmemeliydi! Neden sonra eğildiğim yerden doğruldum, hemen yanımdaki bilgisayarımın ekranına, oradan da tarihe baktım: 16 Eylül! Ama bu tarih, Cihan’ın doğum günü anlamına gelmiyor muydu? Evet, tam tamına da böyle oluyordu: 16 Eylül, Cihan’ın doğum günüydü! Peki, ben ne yapacaktım?


Aramızdaki gerçeküstü iletişimin devam ettiğini düşünerek, hayatın bana hep Cihan’dan izler sunmasına teşekkür ederek yatağıma yattım. Ertesi sabah, bir arkadaşımla kahvaltı yapacaktım; sosyal olacaktım, günler sonra kendimden başka bir insanın canlı sesini duyacaktım.


Sabah olmuş, tam vaktinde uyandım. Kahvemi içtim, sigaramı yaktım, haberleri okudum, e-maillerimi kontrol ettim. İçimden bir his, sadece Cihan’la yazıştığımız o e-mail adresine bakmam gerektiğini söyledi, baktım, gözlerime inanamadım! Cihan, evet evet benim Cihan; aylar sonra bana e-mail göndermiş hem de kendi doğum gününden bir gün sonra 17 Eylül’de! Sadece şöyle yazıyordu: “benimle görüşmek ister misin?” Düşünmeden, duraksamadan cevap yazdım, sadece şöyle söyledim: “evet!”


İçimde heyecan, gözlerimde pırıltı, ruhumda telaşla hazırlanıp evden çıktım, arkadaşımın yanına gittim. Bu gelişmeyi ona anlatmamak için kendimi çok zor tutmuş olsam da birine söylerim de büyüsü bozulur inancına tutunarak hamuş kalabildim. Orada olduğum her an ruhum Cihan’ın yanındaydı sanki arkadaşımın bana anlattığı her şeyi gülümseyerek ve anlamayarak dinledim. (Cihan benimle görüşmek istiyor, başka neyin anlamı olabilir ki?)


Öğle saatlerine kadar süren kahvaltımız nihayet sona erince, arkadaşımın yanından kuş gibi kalktım, kendimi o özel buluşmaya hazırlamak için mağazalarda soluklandım. Çok güzel olmalıydım, çok çekici olmalıydım, çok harika olmalıydım, çok olmalıydım!

 

Feraye


Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com


Tüm Yazılarımı Okumak İçin Tıklayın!