İstanbul’a sonbahar gelmişken ve puslu havalar ruhumu mengene içinde sıkıştırırken bir ışık aradım. Susmanın değil konuşmanın bana iyi geleceğini düşündüm. Kafamı yerin dibinden çıkarıp ilk depremin sebebini yani Cihan’ı aradım. Acilen konuşmamız gerekiyor, sana anlatmak istediklerim var. Bana gelir misin diye sordum. “Sessizliğin beni korkutuyordu, tabii ki gelirim. 1 saat sonra oradayım” dedi Cihan…

Cihan geldiğinde ona anlatacaklarım için doğru kelimeler bulmaya çalıştım ceplerimde. Baktım olmuyor, su gibi akıp gider doğru yolu bulur diye düşündüm. Zaman bir an önce geçsin umuduyla oyalanmaya çalıştım. Baktım bu da olmuyor, yatağıma uzandım. Beynime üşüşen düşüncelerin karanlığından korktum. Evin içinde bir oraya bir buraya dolanıp durdum. Gözüm sürekli saatte, içimde kopkoyu bir ağırlık ve yine yelkovan ilerlemiyor. Ellerimin titremesini, kalbimin çarpıntısını biraz olsun azaltabilmek için eski günlerimin olmazsa olmazı P…a şurubundan içtim. Normal şartlarda hemen sersemletip, sakin bir denize dönüştüren P…a; bu kez işe yaramadı. Derin bir nefes aldım: ne hissettiğimi anlamaya çalıştım. Durdum… Sadece korkuyordum. Beni çepeçevre saran duygu korkuydu ve korkmamam gerek derken daha fazla korkuyordum…

Üstüme başıma çekidüzen vermek istediysem de yapamadım. Her zaman sığındığım gri depresyon hırkam, bana hiç yakışmadığını bildiğim tepeden toplanmış saçlarım ve bembeyaz yüzümle Cihan’ı karşıladım. Beni gördüğü anda kollarını kocaman açıp beni sardı; benim kollarımsa havada kaldı. O’na dokunmaktan bile utanç duyduğumu fark edip bir kere daha utandım. Yüzümü ellerinin arasına alıp, tam gözlerimin içine bakarak “Çok özür dilerim, çok üzgünüm” dedi. Yere indirdim bakışlarımı, ezildim. Bacaklarım titremeye başladı ve daha fazla ayakta duramayacağımı anlayıp koltuğa oturdum. Bana yakın olmak için hemen yanıma oturdu, ellerimi tuttu. Yine aynı utançla ellerimi kaçırdım, bedenimi kaçırdım yanından… Karşısındaki koltuğa oturup, bakmaya utanarak O’nu dinlemeye başladım.

“Nereden anlatmaya başlasam bilemiyorum ama çok geç kaldığımı biliyorum. Özür diliyorum, lütfen beni affet desem yetersiz kalacak bunu da biliyorum ama lütfen affet. Senin, bir ailen olması isteğinde ne kadar hassas olduğunu, benimle bir hayat kurmak istediğini biliyordum. Bu yüzden korktum söylemeye. Karşılaştırma yaparsın, bir başkasını senden daha çok sevdim diye evlendiğimi düşünürsün düşüncesiyle çok korktum. Sevgimi yargılamandan, beni terk etmenden korktum. İnan bana hep en uygun zamanı kolladım sana anlatmak için ama kendimi hazır hissedemedim. Keşke diyorum hemen söyleseydim. Çok pişmanım, lütfen bunu bil.”

Çaresizce karşımda çırpınıyor, kendini affettirmeye çalışıyordu ama kime? Bana, yani ilk olumsuzlukta çareyi başkasında arayan bana… Kaybetme korkusunun en derin sularında boğulurken ama vicdanımın sesinden kendi sesimi duyamıyorken ağlamaya başladım. Daha fazla içimde tutamazdım, bilerek Cihan’ı kandıramazdım, hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım ve sesim havaya karıştı.

Cihan!

Hayatımın ışığı, gözlerimin beyazlığı… Ben öyle büyük bir hata yaptım öyle büyük bir pişmanlık içindeyim ki nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Ben, senin başka biriyle evlenmiş olduğunu öğrendiğimde yani bunun geçmişte olup biten bir olay olduğunu bilsem de yıkıldım. Sen burada değildin ve konuşamıyordum seninle. Belki bunu bir bahane olarak değerlendirebilirsin belki ben de can simidi olarak kullanıyorumdur bilemiyorum… Ben, tek başıma bunu atlatamayacağımı düşündüm. Senin de tanıdığın bir arkadaşımla -ki erkek bir akşam dışarı çıktım. Öylesine kızgındım ki sana biraz alkolün etkisiyle çok ama çok saçmaladım. Senin canını yakmak ister gibi onunla yakınlaştım. Seni anlattım ama yapmadıklarını. İstedim ki sana kötü desin, ben kendimi iyi hissedeyim. Çünkü çok kızgındım sana. Bana vermediğini bir başkasına veriyor diye düşünmüştüm. Şimdi yerin dibine geçerek söylüyorum ki ben o arkadaşımla yani aslında onu sen sanarak öpüştüm. Sadece o kadar, başka hiçbir şey olmadı.

Günlerdir kendimi yerden yere vuruyorum bunu nasıl yapabildim diye. Çok üzgün ve çok pişmanım. Sana beni affet diyebilecek yüzüm yok biliyorum ama beni anlamaya çalışmanı isteyebilirim belki…

Sustum.

Sustu.

Yüzüne baktım. Gözleri ateş kırmızısına dönmüştü.

Sustu.

Derin bir nefes aldı.

Konuşmaya başladı.

Feraye Demir – Yüksek Topuklar

Tüm Yazılarımı Okumak için Buraya Tıklayın!