Dayanmaya gücümün kalmadığı anlarda elimi tutup bana güç verensin. Nereye gideceğime karar veremediğimde, gözlerime bakıp bana yön verensin. Karanlıklarda kaybolduğumda teninle ışıklandırıp, yollarımı aydınlatansın…
Sabırla, inançla, umutla bana gelmeni beklediğim gün söylediğim “bugün günlerden güzellik, sefa geldin hoş geldin. Ah bu yağmur, yalnızlığımmış dindim efendim” şarkısının sahibisin… Hoş geldin!
Bileğinden, kolundan, yanak altı omuz üstünden, kasığından, saçlarından, gözlerinden, ellerinden öptüğüm, damağımı tatlandıran, damağımda tadı kalansın… Dudağından dudağıma; ellerinden ellerime, teninden tenime, içinden içime akan ırmaksın…
Ruhumun, bedenimin en kuytu köşelerini keşfedip, kaybettiğim kadınlığımı bana geri verensin… Beni, genç kızlıktan muhteşem bir mertebeye yani kadınlığa eriştirensin, erkeğimsin… İçimde büyüyen, beni büyüleyensin…
Henüz birlikte dinlemediğimiz ama çok sevdiğinden emin olduğum şarkıdaki kadına, beni dönüştürensin, cennetteki gözyaşlarımsın… Sen, benim cennete giden merdivenim, yolumsun ama tek başıma değil el ele birlikte yürüdüğümsün…
İçten içe ismini tekrarladığım, hem geçmişimde hem bugünümde yaşattığım, isminin baş harfini kalbimin üstünde taşıdığım, günler uzayıp geceler kısaldıkça çoğalan benzetmelerimsin…
Bana “sen nasıl yaratıldın? Bu nasıl bir güzellik?” diye sormuştun. Tam o anda hayranlık ve şaşkınlıkla cevap verememiştim ama Ömer Hayyam benim adıma söylemiş: Tanrı, bazı çiçekleri nasıl zehirli yaratmışsa; beni de sana âşık olarak yaratmış…
Ben, yürüdüğüm tüm yollardan sana ulaşmak için geçmişim. Sana duyacağım, duyduğum mutlak aşka nail olmak için yaşamışım… Her mutluluğun, her acının, her heyecanının sonunda sen varmışsın. Şimdi anlıyorum…
Beni tanıdığına, beni avucunun içi gibi bildiğine, yüzümü; avuçlarının içine alıp alnımı öptüğüne yemin edebilirim! Çünkü ben, tıpkı Âdem’in bağrındaki kemikten yaratılmış ve en sonunda ve nihayet O’na dönen Havva gibiyim, yemin ederim!
Ben, sana aitim! Neden biliyor musun? Her insanın yaratıldığı anda yazgısı yazılır. Evet, yazılır ki söz uçup yazık olmasın da O’na dünyadaki cenneti gösterecek Aşk’a her ne olursa olsun yürüsün, güçlensin, düştükçe ayağa kalksın. İşte ben Adnan, er geç baş başa vereceğimizi bildiğim için ve hiç unutmadığım için sana ulaşabildim. İşte sen Adnan, verdiğin sözü tutup bana dünyadaki cenneti gösterdin. Dilerim, birlikte hep o cennette yaşarız, ayaklarımız yere basmadan…
Ve tam seni gördüğüm anda elimde duran romanda söylediği gibi, bana bir yanıt verin! “Ne dersiniz, sahiden sizin kadar değerli ve abartılı bir aşk şiiri mi bu? Doğrusunu isterseniz; bu özentili övgüyü örerken o kadar haz aldım ki karşılığında hiçbir şey istemeyeceğim sizden!” Ah Adnan! Sen bana , aklıma bile gelmeyecek güzellikler veriyorsun. Adnan, sen bana kendini sunuyorsun, kıymetli seni; bana teslim ediyorsun… Ben, başka ne isteyebilirim ki? Ne dileyebilirim ki hep böyle kalabilmen, benim kalabilmen, benimle olabilmenden başka?
Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com
[b]Beni tanıdığına, beni avucunun içi gibi bildiğine, yüzümü; avuçlarının içine alıp alnımı öptüğüne yemin edebilirim! Çünkü ben, tıpkı Âdem’in bağrındaki kemikten yaratılmış ve en sonunda ve nihayet O’na dönen Havva gibiyim, yemin ederim! En çok burayı sevdim… Gönlüne sağlık Feraye:)[/b]
[b]”Bileğinden, kolundan, yanak altı omuz üstünden, kasığından, saçlarından, gözlerinden, ellerinden öptüğüm, damağımı tatlandıran, damağımda tadı kalansın… Dudağından dudağıma; ellerinden ellerime, teninden tenime, içinden içime akan ırmaksın…”
Ben de en çok burayı sevdim.[/b]
bazen hayatımızı cennete cevırenler bazende cehenneme, bazen beklenen oluyorlar bazen de dusunduren…
yazınız yıne harıka olmus.
tsk
Yaaa mükemmelsin gerçekten , bütün yazılarınıı hiç bitmesin diye okudum .. Tebrik ediyorum (: