Hayattaki merdivenleri çıktıkça yavaş ya da hızlı, yük ve sorumluluklar da artıyor gibi. Çünkü ne kadar çok şey koyarsa insan sepetine, hem taşıyacak daha çok yükü, hem de kaybedecek o kadar çok şeyi oluyor.

Bir hedef bitiyor, şimdi diğeri… Okul bitsin meslek sahibi ol. Oldu mu? Şimdi iş bul. Buldun mu? Şimdi yüksel, kariyer yap. Ev al, araba al, bankaya para koy. Evlen, şimdi çocuk yap. Çocuk oldu, onları en iyi şekilde yetiştir. Eğitimlerini sağla vs vs vs… Bu hikâye bitmiyor. Ta ki son nefese kadar. İnsan kendini unutuyor. Hani kendisi? Nerede en kıymetlisi?

Geçen günlerde, canım yeğenim annesine sarılarak ağlamış: “Büyümek istemiyorum anne… Ben bu halimden memnunum. Her zaman yanımdasınız. Hayat böyle daha kolay.”

Çok zeki çocuk değil mi? Oysa ben, büyüyeyim diye can atıyordum çocukken. Büyüyünce anladık biz ancak: Büyümek iyi bir şey değilmiş.

Etrafınızdaki çocukları düşünün. Dahası kendi çocukluğunuzu hatırlayın. Zihninizin gürültülü olmadığı, hayatla bağlantıda olduğunuz yılları. İçinizdeki sesi tam net duyduğunuz, coşkuyla kahkaha attığınız, bitmek bilmeyen enerjinizin olduğu zamanları. Tek kelime ile anlatmak istesem o yılları ben derim ki: “Hafiftim”. “Tüy gibiydim” yani. Ağırlıksız, yüksüz… O zaman akmak gitmek de çok kolay, direnmemek de. Evet, acımasızdık ama neyse onu söylerdik. Yargılamazdık. Süper egomuz tam gelişmemişti daha. “El âlem ne der?” diye düşünmeden davranırdık. Verilecek hesaplarımız yoktu o zamanlar. Ne zaman kesiliverdi bu hesaplar bize?

İstemediğimiz bir şeyi kimse yaptıramazdı bize. Basardık yaygarayı. Ağladıktan bir dakika sonra, daha gözlerimizdeki yaşlar kurumadan gülmeye başlardık ama kahkahalarla. Kin yoktu. Neysek oyduk.

Oysa şimdi büyüdük değil mi? Yetişkinleriz. Asıl sorumluluklar var, yük gibi omzumuzda. Ayaklarımızın üzerinde dururken, sadece kendimizin değil birçok kişinin ve hayatın da sorumluluğunu taşıyoruz. Kararlar var, vermek zorunda olduğumuz. Biri gelse de bizim için karar verse ve güvenle yürüsek o yolda, ne güzel olurdu değil mi?

Koşturmaca içinde bir nefeslenmek bile çok bazen bize. Kahkaha atmak, doğal bir tepki değil de anormal bir şey sanki. Yaşamı kutlayan “çocuksu yaşama coşkusu” hepimizin aradığı ama zor bulduğu bir hazine. Kaybetmişiz o bağı hayatla. Hayattan çalmak için uğraşıyoruz, sanki hayat başkasınınmış gibi.

Oysa hayatımız bizim. Kaybetmesek çocuk gözlerimizi… Kaybetmesek çocuk kalbimizi… Hayatın sert şartları içinde arada bir sarılsak çocuk ruhumuza. Sussa zihnimiz. Sahip çıksak coşkumuza, ruhumuzda hala izleri çok derin olan çocuğa. Ve dese ki o çocuk annesine:

“Büyümek istemiyorum anne. Hiç büyümek istemiyorum. “

NOT: Canım Damla’cığıma ve Canım Ablama tüm sevgimle…

Figen Bıyık
figen@yuksektopuklar.net

Tüm Yazılarımı Okumak için Tıklayın!