Yüzüme çarpan ılık hava her hücremde dolaşıyor sanki. Radyoda bir şarkı. Süper bir ritim. Kanımı kaynatıyor. “I have a dream” diye bağırıyor bir adam. Bir düşüm var…Martin Luther King’in ünlü konuşmasından sözler. “Senin düşlerine ne oldu Figen?” diyorum kendime. Ne oldu o içini titreten hayallere? “Tanrılar Okulu” kitabını okuyup, “Düş+zaman=gerçek” dediğin günlere ne oldu?
Çocukluğumda Bursa’da bir iğde ağacı vardı sokağımızda. Tam evin önünde. Mis gibi kokardı. Arkadaşım ile ağacın dibinde kendimize çarşaflarla bir “yuva” yapardık ve düşler kurardık o yuvada. Bir çeşit “ düş yuvası” denilebilir oraya. İğde kokulu düş yuvamız… Kendimizi zorlamadan düş kurardık öylece. Doğal bir şeydi düşlemek. Sadece geleceğimizi mi? Hayır, şimdi gibi yaşardık düşlerimizde. En inanılmaz konularda bile hayallere dalabilirdik. Her şey olabilirdik düşlerimizde. İmkânsız yoktu ki. Her şey mümkündü. Sınır yoktu. Hiç ama hiç bir engel yoktu. Kimi zaman dünyayı dolaşırdık, kimi zaman dünyayı aşar aya giderdik. Kimi zaman doktor olurduk, kimi zaman sadece anne. Kimi zaman sahnede bir ünlü, kimi zaman bir at terbiyecisi sirkte. Sınır ve engel yoktu evet… Sadece bolca renk vardı. Rengârenkti düşlerimiz. Eğlenceliydi yaşamak.
En son ne zaman bu hislerle düş kurdum acaba? Büyürken gelişen ya da geliştirilen üst benliğimiz, düşlerimize de sınırlar yarattı. Yaşadığımız hayal kırıklıkları dedi ki bize: “Seni korumamız lazım. Hayal kurma, beklentiye girme ki hayal kırıklığı yaşamayasın. Koru kendini.” Öğrendiğimiz şey kendimizi korumak mıydı? Yoksa korkular mıydı saran zihnimizi? Sınır ve engeller inşa ediverdik kendimize korkularımızla. Karmaşıklaşıverdi hayat birden. Siyah ve beyaz yan yana dengeyle duramadı. Çok gri oldu çooook. Her tonda gri. Çok sıkıcı oluverdi yaşamak.
Düşlemenin güzelliğini hatırladım işte böyle. Düşlerimin güzelliğini… Gözümün önünde çocukluk hayallerim, burnumda iğde kokusu. Birden fark ediyorum ki, ulaştığım hayallerim, düşlerim ne kadar çok! Mutlu ediyor beni çocukluk düşlerimi gerçekleştirmek. Ancak gerçekleştiremediklerim de mutsuz etmiyor. Oysa o kadar çok ki gerçekleşemeyen düşlerim. Onlar da mutlu hissettiriyor aslında. En azından düşlerken mutluydum. Hatta belki gerçekleştiremediklerimde yaşamak için motivasyon buluyorum: “Yapacak daha çooook şey var!” diye. Fark ediyorum ki, düşleyecek de daha çok şey var…
Sahil yolu boş. Araba kullanmayı seviyorum. “Gitmek” iyi geliyor bana. Hareket halinde olmak iyi gelen belki, ama asıl gitmek işte. Gitmek… İçinden geçip gitmek. Radyoda şarkı devam ediyor: I have a dream… My dream is to be free… My dream is to be… Bir düşüm var… Düşüm özgür olmak… Düşüm OLMAK!
Elimi camdan çıkarıyorum ve avucumu açıyorum. Rüzgârı hissediyorum. Avucumu kapatıyorum. Yakalayamıyorum, tutamıyorum avucumun içinde rüzgârı. Akıp gidiyor parmaklarımın arasından. Her an başka bir rüzgâr geçiyor içimden. Ya da her an başka bir “ben” geçiyorum rüzgârın içinden. Zaman gibi… Anlar gibi… Düşlerim gibi…
Figen Bıyık – Yüksek Topuklar
figen@yuksektopuklar.net