Cebimizde beş kuruş para kalmadığı için birbirine yakın olan evlerimize yürüyerek gittiğimiz, Cihan’la birlikte geçirdiğimiz zamanlara hiçbir hesap yapmadan dâhil ettiğim, yaşadığı ilişkileri yargılamadan ama sadece doğru olup olmadığını sorguladığım ve her zaman koruma içgüdüsüyle yaklaştığım dostumu gördüm, eski dost…


 “Eski dosttan düşman olur mu?” başlığıyla yazdığım yazıda “sahip olduğun her ne varsa paylaştığın insan, gün gelir sahip olamadıkları için seni suçlar, seni hırs aracına dönüştürür” gibi bir şeyler söylemiştim. Çünkü yaşayarak öğrenmiştim, üzülerek farkına varmıştım… Ne acıymış bildiğin, hem kalbinde hem hayatında en üst seviyeye yerleştirdiğin bir insanın göründüğü gibi olmadığını fark etmek ve O’nu hayal kırıklığı olarak saklamak…


Sabahlara kadar sohbet ettiğimiz, birlikteyken ne kadar eğleniyoruz diye kendimizle gurur duyduğumuz ama an gelip gözyaşlarımızın birbirine karıştığı eski dostum, çalıştığı şirketteki küçülme nedeniyle işten çıkarılmıştı. Ekonomik zorluk getirmesinin yanında uzun zamandır yıllık izinleri dışında boş kalmamış birine ağır ve anlamsız gelecek bir süreç başlamıştı. “Dostluk bu günler içindi ve her an yanında olmalıydım” düşüncesiyle işten çıkar çıkmaz evine gidiyor, gün içerisinde birkaç kez arıyor, herhangi bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyordum. Bazı akşamlar işten çıkmadan önce “yemeği senin evde yiyelim mi?” diyerek, gitmeden evvel yemek malzemesi alıyor ve O’nu incitmemeye çalışarak bu dönemi kolay atlamasına yardımcı olacağımı sanıyordum.


Evinde yemek yediğimiz akşamlardan birinde “işsiz kalmak çok zormuş, bütün gün ne yapsam diye düşünüp kendimi temizliğe adıyorum. Birkaç gündür telefonumun yokluğunu hissediyorum. Biliyorsun şirket vermişti, işten çıkarırlarken onu da aldılar. Keşke bir Blackberry telefonum olsaydı, internete girer vakit geçirirdim. Şimdi şu halime bak anneanneler gibi Nokia 1100 kullanıyorum” demişti.


Konuşmamızdan birkaç gün sonra maaşım yatmıştı ve işten çıkar çıkmaz bir telefon bayiine gidip Blackberry telefon aldım. Yeni bir iş bulana kadar gerçekten onunla iyi vakit geçirebilirdi. Oyun oynayabilir, fotoğraf çekebilir, sosyal medyayla oyalanabilirdi. Eve gelip telefonu şarja taktım ki O’na gittiğimde hemen sim kartını takıp kullanmaya başlayabileceğini düşündüm.


“Uygunsan sana kahve içmeye geleyim” diye aradığımda “bekliyorum” dedi. Eve girdim, kahvelerimizi birlikte yaptık. Bir ara kalkıp, çantamdan ona aldığım cep telefonunu çıkardım ve elimde gördüğü anda  “Ben burada kredi kartımı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum, sen telefonun son model olmasına rağmen yenisini almışsın!” dedi. Gözlerinin içine içine diktim bakışlarını, bir kere daha görerek tanımaya, bildiğimi doğrulmaya çalışıyordum. Söylenenler karşısında verecek cevap bulamadığımda yani beynim o türlü çalışmadığında olduğu gibi aynı cümleyi söyledim: “ben çok şaşkınım, sanki sen karşımda duruyorsun ama bu ses senin değil, bir başkası seni seslendiriyor.” Aramızda bir uçurumun olduğunu gösteren telefonu masanın üzerine bıraktım, “senin için almıştım” dedim. Yüzüme baktı, gözlerimi kaçırdım. “Feraye, ben sanmıştım ki” diye söze başlayacak oldu, hırsızlık yaparken yakalanmış gibi utanç dolu bir ifadeyle bana bakmaya devam etti. Biliyordum artık, utanmasına sebep olan hırsızlık yapması değil yakalanmak olan çocuk hali vardı üzerinde… Evinden çıktım, apartman kapısının önünde durakladım, iki elimi alnıma dayayıp “bunu da görecek miydim?” diye kendime sordum, cevap alamadım.