Mavi, çizgili bir takım elbise var babamın üzerinde, ayıp olmasın diye taktığı kravatından sıkıldığı belli oluyor, saçları uzun ve gürmüş o vakitler… Koyu renkli bir etek ve yelek takımı var annemin üzerinde, mutlulukla gülümsüyor… Bize bakıyorum, o fotoğrafın çekildiği anı hatırlıyorum, ailemizi buluyorum… Annem ve babam ayakta duruyor; bense annemim önünde… Oysa çok iyi biliyorum babamın önünde durup elini tutmak istediğimi ama nedense annem almış beni… Elinden kaçıp kurtulmak ister gibi aşağıya doğru sündürmüşüm kendimi, dudaklarım bir karış ötede… Ah diyorum Feraye, sen bu kadar mı çok seviyorsun babanı?
Babamı düşünüyorum, son İstanbul beyefendisi babamı… Bacak bacak üstüne atıp incecik parmaklarıyla kahve fincanını tutardı… Herhangi biri değil, annem yapmalıydı kahvesini çünkü başka türlü tadı çıkmazdı… Kıskanır mıydım acaba? Biraz daha incelirse kopacakmış gibi görünen beline rağmen dar gömlekler giyerdi. “Şimdi yok tabii Sümerbank’tan aldım hepsini” derdi. Ben, genç kızlığa adım atıp biraz palazlanınca, gömleklerinden birini vermişti bana… Ah ne severdim o gömleği! Uysun, uymasın her kıyafetimin üzerine geçirir; kendimi dünyanın en güzel kızı gibi hissederdim…
Koluna girip de yolda yürürken gurur duyardım hem kendimle hem babamla… Pamuklar üzerinde, yumuşacık ayaklarımla yürüyor gibi hissederdim, yollar durmazdı: akardı… Sağa sola bakıp “niye bakıyor bu insanlar bize?” derdi. “Yakışıklı gördüler ya şaşırıyorlar” diye cevap verirdim. “Güzel kız gördüler, o yüzden bakıyorlar biliyorum” derdi. “Senin hiç işin gücün yok mu beni kıskanıyorsun?” diye sorardım; “evet kıskanıyorum!” derdi gülümseyerek… Ah babam, bu kadar çok mu severdin kızını; gözünden kıskanırdın?
Babam, işten eve gelirken Cino ve Bonibon getirirdi bana… Portakal tadı olan o çikolatayı şimdi bulsam; dakikalarca damağımda tutardım ki babamı yeniden hissedeyim diye… Benim için aldıklarını afiyetle yerdim ve koltuğa uzanan babamın yanına koşarak gider, üzerine yatardım. Annem ikimizi görünce “şu halinize bakın!” derdi. Ben de “yatar koltuğum o benim, kıskanma hiç!” derdim. Yağmur yağdığında, şimşek çaktığında, hasta olduğumda bazen de hiçbir şey olmadığında, geceleri babamın yanına yatardım. Bacaklarımı, bacaklarının arasına alır “ben şimdi seni okuyacağım, nazar değdi o yüzden böyle oldun” derdi. Çoğu zaman, sırf babamla yatabilmek için numara yapıyor olsam da babam dua okudukça esnerdim; nazar değdi ya hani gittiğini gösterebilmek için… Babamın elini tutar, uykuya dalardım…
Yaz akşamlarında babamı “yatar koltuk” sıfatına kavuşturup bir süre üzerine yattıktan sonra yanına geçerdim sonra da burnumu; koltuk altına dayardım. Babamı kokladıkça şaşırırdım, ” bir insan bu kadar güzel kokabilir mi?” derdim… Babam hep güzel kokardı, babam kokardı… Şimdi derin bir nefes alsam; yeniden duyabilsem ya…
Babam ki kızını; martıların ya da yağmurların getirdiğine inanandır. Sanattan, hayattan, müzikten anlar baba. Kısacık zamanda tüm bildiklerini, kızına öğretmeye çalışır. “Biliyorum çok acele ediyorum ama sen bana çok geç’sin” der. Kıskanır kızını, gözünden kıskandığı kızını tüm gözlerden sakınmaya çalışır. “Bunu giyme”, “Bakmasınlar sana”, “Hımm belki de bu saatte evde olmalısın” gibi korumacılık ve kıskançlığın fena halde birbirine karıştığı bir ruhla yaşar.
Olup olmadık saatlerde olup olmadık yere notlar bırakır. Ya çok güldürür ya ağlatır. Her birini de sevdiği için yapar. Müzikten anlar baba. Kızının ellerini tutup, şarkı söyler. İnsanları, hayatı öğretmeye çalışır. “Sen çok kıymetlisin, insanların senden zaman çalmasına izin verme” der. Akılcı kitaplar önerir kızına. “Semerkant’ı okumalısın mutlaka. Ömer Hayyam tam da sana göre” deyip gözünden sakındığı kızının, gözlerinin içine sokar hayatı.
Bir küçücük kız çocuğu, babasının muhteşemliğini kelimelere bile sığdıramazken O’nun her zaman yanında olacağını düşünür. Ne yaparsa yapsın babasının onu kucaklayacağını… Babasının da aslında insan olduğunu, dayanma limitinin olabileceğini, kalbinin öfkeden hızla çarpabileceğini unutur. Her düştüğünde ağlaya ağlaya gider babasının yanına. Kaybetmeden anlayamaz kız, babasının onu gülerken de görmek istediğini, acısıyla beraber mutluluğu da onunla paylaşmak istediğini anlayamaz. Ah babam, bu kadar mı üzdüm ben seni?
Haytalık, serserilik her ne denirse adına kız onların hepsini yapar. Babası da der ki, “Artık uslanman, durulman gerek”. Kız her seferinde söz verip, sözlerini tutmayıp yeni felaketlere yelken açar. Gün gelir baba, onca felakete ve tutarsızlığa dayanamaz. Alır biletini ve uzun bir yolculuğa çıkar. Tam da kızı büyümeye başlamışken, aklında soruları varken, cevapsız kalmışken… Kız bilir aslında, babasının uzaktan onu izlediğini. Sadece izlediğini…. Anladıktan sonra babasından öğrendiği “too little too late” sözünü söyler kendine…
**
Fotoğrafa bakıp da babamı düşünürken, yeniden yaşatırken; Adnan’ı anımsıyorum… Yeni yeni anlıyorum babam gibi olduğunu… Babam gibi son İstanbul beyefendisi, incecik beli ve parmakları olduğunu, burnumu koltuk altına kedi gibi dayayıp kokladığımı ve hep güzel koktuğunu…
Bir gece Adnan’ın yanında uyuyordum belki de uyumuyordum; babamın kokusunu duydum… Adnan’ın ellerini tuttum, bacaklarımı bacaklarının arasına yerleştirdim. “Baba, lütfen beni bırakma. Babacığım, lütfen beni bırakma” diye fısıldadım, elimi sıktı ellerinin arasında…
Geçmişten bugüne bir yalvarış geldi, duaya dönüştü. Dedim ki;
Elimi bırakma baba. Bıraktığında olanları gördün. En çok seni özlüyorum. En çok seni seviyorum. Düşüyorum baba, tut baba. Bırakma ne olur? Yanımda uyu baba. Küçük kızın değil miyim? Bırakma baba. Sakın gitme, sakın bırakma…
Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com
ben babamı babamda benı sever, kıskanır…
kucukken kesılen saclarıma neden kızdıgını anlıyamazdım bır parcamı bırakıp geldım dıye kızardı…sonra bıraz buyuyunce ask acıları geldı ardından bu seferde dedı kı bu kadar sıp sevdı olma sende 🙂
babam bazen gozunden kıskandı benı bende onu.bıtmez tukenmez bır ask bu.
sayende yıne ve yenıden akıllara geldı…
kendimi gördüm yazdıklarında.babamın gelişini beklemek,hasta olduğumda uyuyo numarası yapardım mesela gelince bişiler getirir diye.tatlıcı akiften tatlı getirirdi hep,büyüdüğümde tatlıcıyla evlenicem derdım gülerdi babam.gökgürlediğinde yanlarına gider ortalarında yatardım ablamlar ayıp gitme derlerdi:) büyüdüğümde anladım işte.senden tek farkım duygularım düşüncelerim değişti.çoçuklukta kaldı onlar.babam değişti ben değiştim…kaybedersem naparım bilmiyorum tek bildiğim seni anlıyorum….
Mükemmel, babamm herşeyim 🙁
harika bir hikaye
işyerinde çalışır haldeyken gözlerimi doldurmamalıydın feraye babasını hayatının ortasına yerleştirmiş sadece babasına aşık olan biri olarak sevgimi babama herzamn gösterdiğimi sanırdım şu ana kadar bi sevgi ancak bu kadar güzel ifade edilebilir gönlüne sağlık
her kız önce babasına aşık olur sanırım ve asla hiçbir erkek babası gibi olamaz… gerçekten çok güzel bir yazıydı bende isterdim sevgimi böyle belli edebilmek ama ben duygularımı içimde taşıyan bi insanım ne yapsamda belli edemem utanır kızarırım kelimeler düğümlenir boğazımda ama çıkmaz bir türlü…
bu arada cino buralarda girdiğim her yerde vardır çocukken bende hep isterdim babamdan karşılaştığım yerlerde ise hemen alıp yerim 🙂
nasıl güzel br yazı olmuş babamla aramızda okadar uçurum var,okadar uzağızki nasıl özendim nasıl kıskandım anlatamam. Ben babam gibi birini istemiyorum hiç bi zaman korkuyorum hatta ya benzerse ya bende annem gibi olursam diye.. Ama en çok istediğim şey bi kızım olsun ve babasını tıpkı senin sevdiğin gbi sevsin ben ikinci planda olmayı kabul ederim yeterki kızım babasına aşık olsun benim gibiolmasın 🙁
Babam.. Bırakıp gitti bizi 4 kardeşi ama bu ask aynı bu duygu ayno hiçbir erkek (o bızı bırakıp gitmiş olsa bile) ona benzemıyor ve kımse onun gibi bakamıyor. Bu aralar sıkca aklıma düşerdi yakışıklı babam…Sayende yıne kalbime düştü…. Tamamen bırakmadan beni babamı grmek ümidiyle……