Yüksek Topuklar takvimine göre benim yeni yılım geldi. Her birimiz yaparız ya geçmişi değerlendirip gelecek yıla umut tohumları ekeriz… Şimdi bunu yapmalıyım sanki…

Başkasının hayatına bakıyor gibi hissediyorum… Bu terk edilen, aşağılanan, sevilen, huzursuzluk duyan, yere göğe sığdırılmayan, kanatları koparılan, sırtında kanatları çıkan kadın ben değilmişim gibi geliyor… Ben, başkasının hayatını yaşıyorum, şimdi de uzaktan bakıyorum…

Ben, Feraye… Âşık olmuşum, saplantılara kapılmışım, içimde yer açmışım… Bir günüm diğerine benzemiyor. Bir alçaktan uçuyorum bir yüksekten… Bir mutlu gibiyim bir denizin dibinde… Evet, ben neredeyim?

Cihan… Hayatımı bir güzelleştiriyor, bir cehenneme çeviriyor. Biliyorum, O’nun bir suçu yok aslında, beni acıtmasına ben izin veriyorum. Acıtmak demişken canım çok acıyor, kendime acıyorum…

Öyle çok yıprandım öyle çok yenilendim ki sinir uçlarım alınmış gibi hissediyorum… En garibi de artık Cihan’ı görmek istemiyor oluşum, çünkü çok korkuyorum. Bir bebek gibi sararken, bir de canımı almak ister gibi sarıyor kollarıyla, yoruluyorum…

Yaşadığımız son aylara bakıyorum da Cihan ile ne kadar katıksız mutlu günlerimiz oldu, hatırlayamıyorum. Hep kendini kanıtlama, sevdirme çabasıyla geçmiş… Ben, yeter ki yanımda olsun diye yapmadığımı bırakmamışım. O da yapmadığını bırakmamış hem mutlu olayım hem mutsuz olayım diye…

Adına Med-cezir mi demeli tam olarak bilemiyorum ama dalgalara vurup geri geliyoruz. Bir akşam diyor ki; “bir daha asla seni görmeyeceğim”, sabah mesajına uyanıyorum: “seni görmeden asla yapamam”… Peki, bu gelip gitmelerin arasında ben ne yapabilirim? Rutin bir hayatı hiç bu kadar çok istememiştim… Ne olacağını bileceğim renkli fotokopi günlere sahip olmayı da…

Bir akşam bir kahvede buluştuk. Bana, beni “hayatından çıkardığını” söyledi. Aslında çok sevdiğini ama birlikteyken mutlu olamadığımızı da ekledi. Haklıydı, biz bir arada huzurlu olamıyorduk, yalnız uzaklaşınca özlüyorduk. Kalktım masadan, dışarı çıktım. Biliyordum bu son kezdi, yürümeye başladım. Yürürken söyleniyorum, hayır diyorum ağlamayacağım… Bir ses duydum. “Hoşça kal” diyordu. Dönüp baktım; Cihan, gözleri yaşlı… Evet, dedim bana son kez sesleniyor. Konuşmadık, sımsıkı sarıldık. Ah o ne güzel bir kokuydu bebek gibi… Çektim, içime çektim, içime sardım… Hani tutuluyordu gözyaşları? Tutamadık. “Bu kez gerçekten bitiyor” dedi. “Peki, neden canın acıyor?” dedim. “”Her bitiş acıtır” dedi. Yoluma devam etmek üzere arkamı döndüm, geriye bakmak istedim. Biliyordum, Cihan orada beni bekliyordu. Gülümsedim, “seni de mi Allah yarattı?” Dedim. Gülümsedi, bir daha sarıldık… Paramparça yoluma devam ettim.

**

Eve geldim, aradı. “Bir şarkı dinliyorum parçalandım ama bu kez gerçekten bittiği için seni aramayacağım” dedi. Ağladım, “Cihan ne olur bunu yapma bir karar ver” dedim. “Kararımız belli, bitti” dedi…

**

Başka bir gün ben arkadaşımda kalırken arıyor. “Gelip seni alacağım evimize götüreceğim” diyor. Biliyorum ama anlık bir istek bu… Bu kez “gelme!” diyebiliyorum. “Hayır, geleceğim” diye ısrar ediyor. İçimde bir fırtına kopuyor, dışıma yansıtıyorum. “Cihan, yeter artık! Üzülmek istemiyorum, 45 kiloya düştüm. Ne istiyorsun benden, canımı almak mı? Yeter, çek artık ellerini üzerimden” diyorum. Tamamen kapatıyorum telefonumu.

Ah! Biz bunu neden yaşıyoruz?

Feraye Demir – Yüksek Topuklar
ferayedemir@gmail.com

Tüm Yazılarımı Okumak için Tıklayın!