Uyandığımda gülen bir yüz gördüm, başka bir yüzün altından bana bakıyordu, gözlerimi defalarca kapattım açtım ve görüntüyü uzaklaştırabildim. Yataktan çıktığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama saçlarım birbirine dolanmıştı, belli ki fazla uyumuştum ve bazen böyle oluyordu çoğu zaman baş ağrısıyla uyanıyordum. Hayır, o vakitler kahrolası ağrılarım başlamamıştı sadece düşüncelerim gibi saçlarımın karışık olduğunu görüyordum aynada. İşte yine öyle sabahtı.

 

Banyo yapmadım, biliyordum yıkansam iyi olacaktı ama istemedim biraz daha durabilirdi, zamanı vardı. Evden çıkmadan önce havaya baktım, kapalıydı; içim daraldı, kalbim içime sığamıyordu. Deri ceketimi giydim, bedenimi tamamen sarıyor ve beni koruyor gibiydi ve bunu seviyordum; evet o gün de çok sevmiştim. Güneş gözlüklerimi taktım, hava güneşli olmayabilirdi ama birazdan gözlerimde başlayacak sağanak yağmura önlem almam gerekiyordu.

 

Telefonumun kulaklığını yanıma aldım, müzik dinlemek istiyordum yol boyunca; öyle de oldu… Bir şarkı dinledim ve ağlamaya başladım. Taksideydim ama ağlamaktan korkmuyordum çünkü gözlüklerim gizliyordu. İlk dinlediğimde o şarkının üzerimde tesiri olmayacağını düşünmüştüm çünkü bana göre fazlasıyla arabesk sözleri vardı. Şaşıracak bir durum yoktu aslında, çünkü bildiklerimin bile üzerimde fazladan etkisi oluyordu, bilmediklerimin oluşu çok normaldi, öyle değil miydi?

 

Bir pazar günüydü ve taksiden inip ofisin binasına doğru yürüdüm, sokaklar bomboştu… Şehrin yalnızlığı ne güzeldi, sadece beni seviyor gibiydi. Evet, şehir sadece benimdi, bana aitti! Zorlayarak demir kapıyı açtım, merdivenleri çıktım ve ofise girdim. Beyaz çalışma masasına oturup hemen bilgisayarımı açtım ve o şarkıyı dinlemeye devam ettim, defalarca…

 

Ellerinde kahve bardaklarıyla kızlar geldi, arkadaşlarım beni bu anlamsız günde yalnız bırakmak istemiyorlardı ve ben de anlattıkça bana çare bulacaklarına inanıyordum. Anlatmaya başladım, ağlamaya devam ederken de anlatıyordum ama içim açılmıyordu, ruhum hafiflemiyordu. “Her ne olursa olsun yani hiçbir şarta bağlı kalmadan Cihan’ı hayatımda istiyorum” dedim. Dinlediler, “neden olmasın ama önce Adnan’dan ayrılman gerekiyor” dediler. “Şimdi, duygularımın sıcaklığından dolayı böyle düşünüyorum, söylediklerimi boş verin” dedim. “Üzerine biraz daha düşünülebilir” dediler. “Kızlar, beni teselli etmeyin” dedim. “Gerçeği söylüyoruz” dediler. Ben sonra yine konuşmaya başladım: O’nu gördüğüm ilk günden son güne kadar olanları, sanki ilk kez dinliyorlarmış gibi hayretle bakmalarını bekleyerek anlattım. Sözüm kurudu, gözyaşım kurudu. “Anlık bir duygu patlaması, az önce anlattığım her şeyi unutun” dedim. Ofisten çıktık.

 

O günün üzerinden çok fazla gün geçti, bir şeyler oldu, bir şeyler olmadı ve ben öyle kalakaldım… Evet, tam da o şiirin içinde yaşıyordum: Edip Cansever benim için yazmış olmalıydı, şiirin adı “Biliş” ama ben neler olacağını bilemiyorum…

 

Ve hemen gidemedim
Ve artık gidemedim
Ve sonra hiç gidemedim
Kurtuluş’ta, son durakta bir tramvay ölüsü
Sanki ben
Öylece kalakaldım
Hepimiz kalakaldık
Elimizde tetiği çekilmeyen
Namlusu yönsüz bir tabanca gibi

 

Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com