İnancımı, kalbimdeki pamuğu, gözlerimdeki ışığı yitirdim. Her bir kaybediş bana, yerini dolduramayacağım boşluklar bıraktı. Camus’yu okumuşsanız bilirsiniz; ” her insanın kendini, kendi gözünde haklı görmeye ihtiyacı vardır” diyor… Acaba benim de güçlü, tamamlanmış hissetmek için kendi penceremden baktığımda haklı sebepler mi görmem gerekiyordu? Yüreğimin yettiği kadar onu sevdim, kollarımı açabileceğim kadar onu sardım, ruhumun büyüyebileceği kadar içime aldım… Yetmiyor muydu? Ben, aşkın ömrünü uzatmak için ilk yardım müdahalesini yapmamış, yaşam destek ünitesini sunmamış mıydım? Ne garip, hiç birini değerli bulmuyorum… Söylemiştim: inancımı yitirdim…

 

**

 

Cihan’ın akşam yemeği davetiyle çok ama çok uzun zaman sonra evine gittim. Değişen bir şey yok, Cihan da dâhil olmak üzere her şey yerli yerinde… İçimde anlayamadığım, anlam veremediğim yangın sonrası hissiyatı var. Kalbim, duygularım darmadağın olmuş, küle dönmüş… Sevdiğim dudaklarını öpüyorum, hissedemiyorum. Mavi yeşil gözlerine bakıyorum, hissedemiyorum… Kadife sesini dinliyorum, hissedemiyorum… Sessizim…

 

**

 

Saat ilerleyip gece yarısına geldiğinde koltuğun köşesine sinmiş, dünyadaki her şeyden korunmak isterken yakalandım kendimi… Cihan’ın sesi, gözleri, kokusu yabancıydı… Sanki hiç sevmedim, sanki hiç içimi titretmedi… Suskunum…

 

**

 

O an orada bana yabancı gelen, beni kimsesiz hissettiren ne varsa orada bırakmak için ayağa kalktım, kapıya yöneldim. Cihan, gideceğimi anladı ve ayağa kalktı.

 

–    Nereye?

–    Gitmeliyim.

–    Şimdi gitme.

–    Gitmeliyim.

–    Bu gece gitme, lütfen gitme.

–    Gitmem gerekiyor.

–    Ben seni uzun yolda yürürken görmedim ki hiç. Şimdi benden uzak bir yola mı gidiyorsun?

–    Yapma, lütfen…

–    Gitme!

–    Zamanla geçecektir.

–    Sakın bana zamandan bahsetme, sakın bana zamanla geçer deme! Zamanla geçmediğini en iyi ben biliyorum.

–    Özür dilerim ama gitmeliyim.

–    Gitme!

–    İnan bir süre sonra senin için daha iyi olacak.

–    Sen bu kapıdan çıkıp gittiğinde benim acıdan öleceğimi bilmiyor musun?

–    Böyle söyleme…

–    Bu gece gitme!

–    Bu gece gitmeliyim, şimdi gitmezsem daha sonra yine gideceğim.

–    Nereden biliyorsun?

–    Biliyorum…

–    Gitme!

–    Gidiyorum…

 

Kapıyı sessizce açtım, ardımda dağ gibi bir adam bıraktım. Merdivenlerden indim. İçimdeki boşluğun ellerinden tutup yürüdüm. Yoldan bir taksi çevirip “Cihangir’e gidelim” dedim. Evimin kapısına geldim, kalbimin kapısına geldim, zile bastım. Kapı duvar, kalbim duvar!

 

Anahtarı kilit yuvasına yerleştirdim, bir çıtırdadı iki açıldı. Adımımı attım. Ne zaman, nerede, kimden okuduğumu hatırlamadığım bir iki cümle kulaklarımda yankılandı. Sesim şöyle diyordu; seni aşka inandıran öldü, öldü de gömüldü! Aşk öldü!

 

Feraye Demir