İçimde sakladığım huzuru, sokak aralarına bırakıp, çoğaltıp geri almak istiyorum. Odama doğru yürüyorum, dolabımın kapaklarını açıyorum. Ağaçların yeşilliğinde bir gömlek; gökyüzünün maviliğinde bir pantolon; bildiğim denizlerin turkuazlığında bir kolye seçiyorum. Aynaya bakıyorum: gökyüzünün mavi, ağaçların yeşil, denizlerin turkuaz olabildiği dünyayı; üzerimde taşıyorum.

 

Doğduğum günün hürmetiyle, ellerime teslim edilen bir şairin kitabını; çantama alıyorum. Bekleme salonunda, beni yalnız bırakmayacağını biliyorum. Kelimelerinin bana dokunacağını, sessizliğinin sesi olacağımı bildiğim gibi biliyorum. Yürüyorum, gerçeğe dönüşen bir düşe doğru yürüyorum…

 

Gün aydınlık, ayaklarım yumuşacık… Yürüdükçe gülümsüyorum, gülümsedikçe beklendiğimi hissediyorum. Adımlarım hızlanıyor, bir kapının önünde duruyorum. Sonsuzluğa erişir gibi içeri giriyorum. Köşede bir koltuk seçiyorum, oturuyorum ve gözlerimi kapatıyorum. Derin bir nefes alıp hep görmek istediğime ulaşabilmek için gözlerimi açıyorum. Çantamdan, yeni yol arkadaşımı çıkarıyorum. Sayfalar arasından sayfa; anlar arasından an seçiyorum… Bir sayfa geliyor, bir an geliyor, beklediğim geliyor… Ne yöne bakabileceğime karar verememişken, son cümleyi okuyorum: öylesine haz duydum ki karşılığında sizden hiçbir şey istemeyeceğim…

 

Başımı yukarı doğru kaldırıyorum, O’na bakıyorum. Evet, izlerken öylesine büyük haz duyacağım ve karşılığında hiçbir şey istemeyeceğim adam, karşımda duruyor. Biraz daha beklememi istiyor. Daha ne kadar beklemeliyim? Gidiyor, arkasından bakıyorum.

 

Saniyeleri sayıyorum, sesimden bile yavaş ilerliyor. “Lütfen, biraz daha hızlanır mısın ey zaman?” diyorum içimden, bir dilek gibi içten… Yeniden yanıma geliyor, karşımda duruyor, bu kez gitmiyor. O’na gelmemi istiyor, tereddüt etmeden ayağa kalkıyorum ve peşinden gidiyorum. Yüzünü çeviriyor bana doğru, boynumdaki kolyeye bakıyor. Anladığını, anlayabiliyorum…

 

Konuşuyor, gülümsüyor, susuyor, yürüyor, yutkunuyor. Her ne yapıyorsa; en güzelini yapıyor. İzliyorum, duyuyorum, içselleştiriyorum. Her ne yapıyorsam; hayranlıkla yapıyorum.

 

Ellerimi uzatıyorum, sıcaklığını hep biliyormuşum gibi… Dudaklarıma dokunuyor, sesimi hep biliyormuş gibi… Zihnimi kontrol edebiliyorum, hâkimiyet kurabiliyorum. Aklımda tek bir soru yok, tek bir cümle var: iyi ki buradayım!

 

“Şimdi elini tutacağım, seni alacağım, yürüyeceğiz” diyor. “Nereye?” diyorum, yanıt vermiyor. Ah diyorum “yok bir yanıtın nereye diyenlere, bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın” Elimi tutuyor, yüzümü güneşe doğru çeviriyor, parmaklarını; parmaklarımın arasından geçiriyor. Aynı adımlarla, bilmediğim bir dünyaya doğru yürüyoruz.

 

“Sonunda geldik ama bu bir varış noktası değil, başlangıç” diyor. Bir evin kapısını aralıyoruz, benden önce içeri giriyor. “evine hoş geldin” diyor. Gülümseyerek ve “ne zaman evim olduğunu” düşünerek içeri giriyorum. Kapıyı kapatırken “aşkımızı dışarıdakiler duymasın” diyor. Gözlerim; yüzünü okşayıp geçememişken dudaklarıma uzanıyor. Bu kez elleriyle değil, dudaklarıyla uzanıyor, ruhundan tadıyorum. Evet, ben bu tadı biliyorum! Herhangi bir günde, herhangi bir saatte gelip de omzuma dokunan bu…

 

Karşısında duruyorum, “gözlerini aç ve bana gerçekliğini kanıtla” diyorum. Gözlerindeki beyazları biliyorum. Kirpiklerindeki kıvrımları biliyorum. Göz kapaklarındaki çizgileri biliyorum. Gömleğinin altında saklanan taze teni biliyorum. Benim olacağını, hep benim olduğunu biliyorum. İsmini soruyorum, öğreniyorum. İsmini söylüyorum. İsmimi söylüyor. “Bir adın vardı senin Adnan, adını yenile bu yıl ama bak Adnan olsun yine”

 

Yüzünü, kokusunu, ipek tenini, sesini, ellerini, omuzlarını, boynunu, dişlerini, gözlerini biliyorum. Kokumu, sesimi, ellerimi, omuzlarımı, boynumu, kıvrımlarımı, dişlerimi, gözlerimi biliyor. Üzerimdeki dünyayı çıkarıyorum. Üzerindeki dünyayı çıkarıyorum. Dünyalarımızı birleştirelim istiyorum. Ayaklarım, ayaklarının karşısındayken O’na sarılıyorum, O’nu sarıyorum. Derin bir nefes alıyorum, nerede olduğumu biliyorum.

 

Sabahın şarkısı bir kez daha kalbim duvarlarında yankılanıyor: It must have been love!

 

O, aşk olmalı ve ben O’nu tanıdığıma yemin ederim!

 

 

Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com