Uzun süre Amerika’da kalacağım için özleyeceğim arkadaşlarıma ve ailemden tek kalanım anneme zaman ayırmaya başladım. Her akşam koşturarak işten çıkıyorum, eve geliyorum. Misafirlerimin sevdiği yemekleri hazırlıyorum, kıyafetimi değiştiriyorum ve zilin sesini duyuyorum. Dakika dakikasına yetiştiğim her misafir ağırlamasında, sorulsun sorulmasın mutlaka Cihan’dan bahsediyorum. Yaklaşık olarak aynı tarihlerde, aynı yerde olacağımızı söylüyorum. Arkadaşlarım, bu hoş tesadüfün güzel günlerin habercisi olduğunu söylüyorlar. Öyle ya aynı şehirde yaşarken hatta evim; Cihan’ın işyerine bu kadar yakınken görüşemiyoruz, karşılaşamıyoruz ama koskoca Amerika’da aynı yıldızların altında buluşacağız!

 

Yolculuğa çıkmadan iki gün önce, annemi davet ettim. Sona bırakmıştım çünkü hem bavulumu hazırlamama yardım edecekti hem de daha geç ayrılık hissi yaşamış olacaktım. Annem geldi ve tabii ki Cihan’dan bahsettim. Anlattıklarımı sonuna kadar dinledi, sözümü kesmedi. Durdum, “bitti mi?” diye sordu. “Evet” dedim. “Rica ediyorum saçmalama!” dedi. “Bunu nereden çıkardın?” dedim. “Sözlerimin arasına girmeden beni dinle” dedi.

 

Annem konuşmaya başladı: Biliyorum, Cihan senin için kıymetli… Bugünde yaşadığın hiçbir şeyin sana ait olmadığını, geçmişinde olduğu gibi geleceğinde de Cihan’ın olmasını istiyorsun. Gerçek aşkı sadece onunla yaşadığına, sadece onunla mutlu olacağına inanıyorsun. Duygularına dair eleştiride bulunacak değilim ama annen olarak hareketlerine müdahale edebilmeyi en doğal hakkım olarak görüyorum.

 

Annem konuşmaya devam ediyordu: Cihan, babandan kalan ispirto kokusundan dolayı ölesiye bağlandığın bu evden kurtulman için Teşvikiye’de ev tutmadı mı? Perdesinden, nevresim takımlarına kadar her şeyin en yenisini, en hatırasızını almadı mı? Senin yenilenmen, kendini iyi hissetmen, bağımlılıklarından kurtulman için çabalamadı mı? Cihan, senin için bir hayat kurmaya çalışırken sen, hiçbir şey olmamış gibi kimseye haber vermeden, telefonunu kapatıp ortadan kaybolmadın mı?

 

Annem, içinde ne varsa halının üzerine döküyordu: sonradan öğrendiğim, yüreğimi paramparça eden, gecenin bir saati yolda yürüyüp ölebileceğin gün, Cihan seni kurtarmadı mı? Elinden tutup ailesiyle tanıştırmadı mı? Canının her isteyişinde terk edip, canın acıyıp geri döndüğünde sana kucak açmadı mı?

 

Annem, göremediklerimi gözümün içine sokuyordu: hafızanın güçlü olduğunu biliyorum ama yaptıklarını nasıl bu kadar çabuk unutabiliyorsun? Mutlu görünürken, yeniden başladığınızı söylerken “beni aşka inandıran öldü” diyerek bırakıp giden sen değil misin? Bazen seni tanıyamıyorum Feraye! Gerçekten Cihan’dan ne istiyorsun? Senin yaşadığın aşk değil hastalık!

 

Annem, kelimelerinden yaptığı okları kalbime saplıyordu: Ben de âşıktım, babana âşıktım. Bana, bir adım attığında; ben, on adım attım. Hep yürüdüm, yorulmadım. Sen, hayatımıza girdikten sonra babanla aramıza giren aşkınıza rağmen O’nu sevmeye devam ettim. Hırçınlığımın, öfkemin sebebinin bu olduğunu biliyor muydun? Benim kızım, bana rakip olmuştu. Bana gelen çiçekler, sana gelmeye başladı. Bana âşık adam, sana âşık olmuştu! Ben, bunu bile göze aldım, babanı sevmeye devam ettim. Sen olsaydın yapabilir miydin?

 

Lütfen artık saçmalamayı bırak! Sen, Cihan’a âşık değilsin. Çocukluğun geldi gözümün önüne: kocaman bir sepetin içi oyuncak doluydu. Ne zamanki eve misafir gelir, çocuklardan biri senin oyuncaklarına el sürerdi işte o zaman feryat figan bağırırdın.  “Anne, bebeğimi aldı!” derdin. Oysa o bebek, hep sepetin içinde dururdu ve misafir gelmese varlığını bile hatırlamazdın. Anladın mı? Cihan, seninle birlikteyken sepetin içinde duran bebek; senden ayrıldığında başka bir çocuk oynamak istediğinde kıymetlenen bebek!

 

Cihan’ı azad et. Ne Amerika’ya gittiğinde ne buradayken ara! Gerçek aşkı yaşadığında, bu yaptıklarının ne kadar anlamsız olduğunu fark edeceksin. Lütfen bana kızma ve şunu unutma: anneler hep çocuklarının iyiliğini ister, üstelik ben kızından başka kimsesi olmayan bir anneyim.

 

 

Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com