Yan yana dizilmiş masalardan birine oturmuş, tüm rahatlığımla çalışıyorken, akvaryuma benzer cam bölmenin içinde O’nu izliyordum. Hep siyah giyiyordu, hep incecikti, hep kısa saçlıydı. “Benim, pek fazla zamanım yok” der gibi hep telaşlıydı, hızlı hızlı konuşur, hızlı hızlı yürür, hızlı hızlı sigara içerdi. O’na bakarken başım dönerdi ama en çok “ne zaman baksam gözlerine, yükseklik korkum depreşir” sözünü hatırlatırdı.


Nasıl oldu bilemiyorum, bir gece konuşmaya başladık, ofisteydik. O gece sadece ismini biliyordum: Asya. Bir sevgilisi varmış, ilişkisi heyecanlıymış, neler olacağını merak ediyormuş. “İstersen sana kahve falı bakabilirim bir akşam” dediğimde, “neden bu gece olmasın ki?” dedi, itiraz etmek aklımın ucundan bile geçmedi. Asya’nın arkadaşı, benimse pek tanımadığım çalışma arkadaşım olan Ahmet’in arabası vardı ve bizi Asya’nın evine götürebileceğini söyledi.


İnanamıyorum! Dışarıda kar yağıyor, sadece ismini bildiğim bir kadının evine, gecenin bir saatinde fal bakmaya gidiyorum ve evdekilerin haberi yok! Gitmekten vazgeçmedim, korkmadım, çünkü ben çeken bir şey vardı, gitmeliydim. İstanbul’un sayfiye olarak bilinen semtlerinden birine geldik, Asya’nın evi oradaydı, kapısından girdiğimde siyah botlar gördüm ve öyle çok beğendim ki… Bir de kedisi vardı, sarı, ismi: Chinaski! O vakitler Henry Chinaski ile tanışmamış ve o erkek kedinin ismine ilham kaynağı olmasındaki espriyi anlamamıştım, olsun.


Kar yağıyordu, ev biraz soğuktu ve sessiz olmamız gerekiyordu çünkü Asya, “işe gelmeden önce çok büyük bir kavgayı arkamda bıraktım” demişti. Kahveler yapıldı, kapatıldı, gözler üzerime çevrildi. Nasıl oldu bilmiyorum ama bilmeye başladım. Babasının iki ismi olduğunu, annesinin nasıl öldüğünü, sevgilisinin hangi burçtan olduğunu, gözlerinin siyah olduğunu hatta zeytine benzediğini, ailesinden kimsenin kalmadığını, ilişkisinin aslında iyi olabileceğini anlattım da anlattım. Demiştim ya, sadece adını biliyordum, o gece çok şeyini öğrendim. Unutmuyorum: falda söylediklerim biraz tutarlılık göstermeye başlayınca kayıt cihazı çıkarmıştı, sesimi kaydediyordu, şimdi kimbilir nerededir… Elbette Asya’yla ilgili bilgilerin tamamını kahve falından edinmem mümkün değildi ama en azından sevgilisinin adını, kim olduğunu, nerede çalıştığını bilmek isterdim.


Ofiste bir Sinan vardı, simsiyah gözleri vardı, beni her gördüğünde “nasılsın fıstık?” diyordu ve triplerine bayılıyordum! Ara ara konuşuyorduk ama o gece bir başkaydı! Eksik kalan çalışma saatlerimi tamamlamak için mesaiye kalmıştım ve Sinan da vardı. Yan yana oturduk, bir müzik çaları vardı, aynı kulaklıktan şarkılar dinleyip hayal kurduk, nerede olduğumuzu birbirimize anlattık ve şaşkındık. Mutluydum, Sinan’la ortak sohbetlerde olmak bana iyi gelmişti, üstelik gözleri çok güzeldi! Sabaha karşı eve dönerken, numaramı verdim Sinan’a, hemen mesajlar göndermeye başladı. Aman Allah’ım, aradığım romantik erkek bu olabilir miydi? Aynı saatlerde çalışırken, notlar yazıp masama bırakıyordu, her okuduğumda gülümsüyordum. Cep telefonuma gönderdiği mesajlar öylesine güzeldi ki silmeye kıyamıyor, her birini ajandama not alıyordum.


Bir gece rüyamda Asya’yı gördüm, üç beş kişinin olduğu bir ortamda bana kızıyor, beni yanından kovuyordu. Rüyama anlam verememiştim ama takılmıştım, sahiden Asya, bana bir garip bakıyordu. Konuşmak istedim, ne olduğunu sormak istedim ama hemen sonra vazgeçtim. Ben kim oluyordum da henüz arkadaşım bile olmayan yöneticime “siz sanki bana küstünüz” diyeyim… Bir akşam ofiste Asya ile karşılaştık, Sinan’la konuşmalarımız devam ediyordu ama resmen bir ilişkiye başlamamıştık, neler olacağını merak ediyordum. Asya’ya bu durumu anlatıp aramızda ateşkes anlaşması yapabileceğimizi düşündüm ve söyledim: “Asya, Sinan benden hoşlanıyor yani ben de hoşlanıyorum, bak burada bana gönderdiği mesajlar var” Şöyle cevap verdi: “kim, bizim Sinan mı?” “Evet, yemin ederim!” “Gönderdiği mesajların fotokopisini alabilir miyim?” “Neden? Olur tabii”


Birkaç gün sonra Sinan beni aradı, sesi buz gibiydi “Aramızda flörte benzer bir durum var ya o artık bitsin olur mu?” dedi, “peki” dedim. Anlam veremediğim bir durumdu ve çabalamak istememiştim. Flörte benzer bir ilişki, durduk yere bitmişti ama zaten çok yeniydi, üzülmeye gerek yoktu. Öyle olması gerekiyordu ki oldu… Başka bir gün Asya benim yanıma gelip “Sinan benim sevgilimdi, aynı yerde çalıştığımız için ilişkimizi saklıyordu. Gözleri zeytin olan Sinan’dı işte” dedi. Aman Allah’ım! Acaba bu sözlerin üzerine bir tokat mı geliyordu yoksa Asya beni yanından mı kovacaktı? Hiçbiri olmadı. “Sinan’la ilişkimizi bilmediğini biliyorum, senin bir suçun yok. Onca insan arasında gelip bana Sinan’ın senden hoşlandığını söylemen gerçekten ilahi bir durumdu. Sakın kendini suçlu hissetme, hepsi Sinan’ın suçu” dedi. Ben öylece kalakaldım… Sinan, Asya ile birlikteydi; benim haberim yoktu ama Sinan biliyorken, gözlerinin içine baka baka Asya’yı aldattı hem de beni kullanarak! Aslında ben de aldatılmıştım ama kendime üzülmek aklıma gelmemişti, kırılan Asya’ydı; bana o kadar koymamıştı. Belki de bütün yük Asya’nın üzerindeydi…


Bu korkunç gerçek Asya ile beni uzaklaştıracağı yerde daha çok yakınlaştırdı ve ben, çok çok sonra olanları öğrendim. Sinan’ın beni nasıl ve neden aradığını, Asya’nın onca zaman neden gelip bana bir şey söylemediğini de… Anlatacağım.


 

Feraye Demir
Yüksek Topuklar – Köşe Yazarı
ferayedemir@gmail.com