Koskoca kadın, yaş 35 (ya da 34, bu ayrıntı yüzünden Burçin ile sürekli kavga ettiğimiz için, onun gönlü olsun diye 34) sen kalk sabaha karşı eski mahallene git, o yetmezmiş gibi bir de topuklu ayakkabılar, üstünde sahne kostümlerinle salıncakta kahkahalar atarak sallan. Yahu, utanmam da kalmamış benim. Ben deliyim hadi, tutturdum salıncağa bineceğim diye, garibim Ökkeş’in ne suçu varsa, O da yanımda duruyor. Neymiş efendim, Candan’ın aklına çocukluk günleri gelmiş, parkın etrafında bizim meşhur Selimiye’nin erkekleri nöbet tutuyor.

Sanırım en son 25 yıl önce, orada küçük bir kız aynı kahkahaları gökyüzüne savurarak sallanıyordu. Yıllar ne çabuk geçmiş. Temiz dünyanın saçı örgülü kızı! Tek başına ak kalan o kız değildi ki, komşuluklar, dostluklar, aşklar, sanki her şey kirlendi yıllar içinde. Ama bu kirlilik en çok aşkı vurdu.

O dönemde de ayrılırdı, boşanırdı insanlar. Sanırım en önemli fark saygıydı. İçip karısını döven, çocuklarının ekmek parasını kumarda yiyen, metres tutan adam ayıplanırdı. Çapkınlık dediğin gizli yapılırdı. Onu da yapmak için belirli kurallar vardı. Özünde, sosyal hayatın kurallarını çiğneyenler, ortamdan uzak tutulur, kimse o şahısla görüşmezdi. Sessiz bir ceza sistemi vardı. Şimdi kartvizitlerine çapkın, playboy gibi sıfatlar yazanları sevmezdik ve bir meziyet olamazdı kötü eş olmak.

Bir ülkenin sadece hamburgerini ve kot pantolonunu alamazsınız. Bununla birlikte başka kültürler de yapışır üstünüze. Amerika kendi dejenerasyonunu yıllar önce yaşadı. Baktı böyle yaşamanın dibi yok, vazgeçti. Tek eşliliğe, huzura döndü. Sex and the city, Amerika için de normalin üstünde, farklı  bir hikaye olduğu için çok sevildi. Ayrıca ben de çok beğenerek ve severek izlerim, o başka. Bu diziyi izleyen değişik ülkelerdeki insanlar, bunu Avrupa’nın, Amerika’nın sıradan bir yaşam göstergesi sandılar, yanıldılar. Nasıl bizde Kurtlar Vadisi, Asmalı Konak gibi herkesin içinde olmak istediği ama olamadığı karakterler varsa, onlarda da Samantha, Carrie  gibi tiplemeler var. Gerçek yaşamın içinde değiller ama olsalardı vallahi güzel olurdu.

İşin en önemli kısmı kaybolmamak. Bilirsiniz ki, hiçbir yaşam biçimini ya da ilişki türünü şiddetli oklarla eleştirmem. Bana göre hayatta her şey insan için ve insana aittir. Olabilir, yaşanabilir, anlamak gerekir. Sadece o salıncakta gökyüzüne doğru havalanırken, içim burkuldu. Eskiyenlere, kaybettiklerimize, geçmişe, anılara doğru yaptığım o kısacık yolculuk, kazandık derken, ne kadar ağır kayıplar verdiğimizi düşündürdü.

Hayatın neresinde bu kadar ertelendik ki? Teknolojiyi diğer her şey gibi, çıkarlarımız ve bozulmalarımız için mi kullandık? Artık yeni tanıdığımız birinden telefon numarasından önce AIDS testi sonuçlarını mı soracağız? Eli elimize çarparsa belki cesaretlenir de el ele tutuşuruz diye düşünerek saatler boyu yürüdüğümüz o ilişkileri unutmak mı gerekecek? Her soru için ayrı ayrı yazılar yazacağım gibi görünüyor ama şimdilik özetlersek, biz çok mu kirlendik? Bu kadar hızla kirlendiğimize göre gerçekten çok mu beyazdık?

Hepsi bir tarafa ama o salıncağa bindiğim andan itibaren yıllar geri gitti. Birden ne kadar çok şeyi özlediğimi fark ettim. Soba üstünde pişirilen kestanenin tadından tutunda, tırmandığımız dut ağacına kadar, şimdiki çocukların maalesef  kaçırdıkları ne güzel anlar var aklımda. İşin vahim tarafı, bunları burnumun direği sızlayarak yazıyorsam, ya bu gece çok hassasım, ya da 35 gerçekten yolun yarısı. Gerçi, yaşın önemi yok, benim bazı geceler ruhum yaşlanıyor sanırım. Bir daha bana park, mark yok. Bir salıncakla şu hale geldiysem, iyi ki kaydıraktan kaymadım….. 

Candan Ünal
Yüksek Topuklar Aşk Editörü
Candan.unal@yuksektopuklar.net

*Tüm hakları Yüksek Topuklar.net’e aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.