O anlatışın üzerinden yıllar geçti, kadın gözlerinin önündeki adamın içinde duran Adnan’ı merak ediyordu. Adnan kimdi, nerede yaşıyordu, kimi seviyordu, kimi sevmiyordu? Bilgisizliğinden utanan kadın detaylıca soramadı Adnan’ı, biliyormuş gibi yaptı… Bilmediği Adnan’ı hep düşündü, hep merak etti…

Bir zaman geçti, Beyoğlu Sahaf Festivali’nde gezinen ve artık Galata Kulesi’nin altında yaşamayan kadın; Adnan’ın anlatıldığı romanı buldu: Üç İstanbul… Heyecanla, merakla, özlemle sarıldı romana… Akşam olmuştu, gece olmadan evine geldi, kütüphanesinin önüne durdu. Okumalıydı, Adnan’ı görmeliydi. Ellerinin ucundaki romanda bile Adnan’ı düşünüyordu. Kim bu?

Bir gece geldi, Üç İstanbul’u eline aldı, Adnan’ı parmaklarının arasında tuttu. Yıllardır görmemiş de konuşacaklarını biriktirmiş gibi telaşla okumaya başladı. Yapacağı her işi bir kenara bıraktı, okudu. Göz kapakları uykuya direnirken okumaya devam etti. Bütün hafta sonunu Adnan’la birlikte geçirdi. Adnan’ı sevdi.

Adnan; İstanbul’un üç halinde, otuz üç sene yaşamış, utandığı insanlara dönmüş, tabutuna bir taş fırlatılmıştı. Ah Adnan! Kimdin sen?

Mithat Cemal Kuntay’ın kaleminden Üç İstanbul romanında; Adnan, Belkıs, Süheyla, Sakallı Vasfi, Jön Türk Süleyman, Zehra, Macide, Cevat, Tevfik, Naşit… Bu yaşananlar gerçek olabilir miydi? Romanı bitirip de yaşananların tüm yükünü sırtına alıp yorulan kadın, derin bir nefes çekti sigarasından. “Benim gözlerimle okunabilir mi bilmem ama bu roman mutlaka başkaları tarafından da okunmalıydı” dedi.

Kadın düşünüyordu, adamın içinde Adnan vardı. Peki, o hangisiydi? Süheyla mı yoksa Belkıs mı?

Üç İstanbul şimdi, Oğlak Yayınlarından okuyucusuyla buluşuyor. Bekletmemek gerekir.